BENDEN KÜMESİ SIRÇA KÖŞK OLARAK GÖRMEMİ İSTEMEYİN
Açıkça ortaya çıkan bir gerçek var ki, toplumumuzdaki değer kaymasını gösteriyor. “Şeriatın kestiği parmak acımaz” diyen anlayıştan, eser yok! Onun yerine “gemisini yürüten kaptan” diye özetlenecek bir hal almış!
Apartmandan gecekonduya, şehirlerden, köylere, dağlarından ovalarına kadar görevi, mesleği, cinsiyeti, yaşı ve başı ne olursa olsun hepimiz oturup düşünmeliyiz.
Nasıl bir Türkiye (!)
Birkaç aile, devlet bankaları, arpalıklar, teşvikler, temel atmalar ve süper jet sosyete dedikoduları ile yaşayan insanlar. Bunlar, parlak ışıklı has bahçelerde, bitmeyen gecelerde yaşanıyor. Televizyon kanallarının çok özel paparazzi programlarında bunları izlemek mümkün. Yatlar ve yalılar yerine, Hastal, Bayrampaşa cezaevinin mütevazi imkanlarıyla yetinmek gibi sürpriz gelişmeler de olmuyor değil…
Görünüşte sanırsınız her şey güllük gülistanlık bir ülke…
Gayrı safi milli hasıla süper, cari açık yok, gelir adaletli dağıtılıyor sanki…
Gerçek ise bambaşka!
Bütün çapulcuların ve kayırmacılığın, insanı canından bezdiren masalar ve odalar ile katlar ve binalar arasında ‘gelgit’e dayalı bir bürokrasinin egemenliğinde gücünü kanun ya da kararnamelerden alıyor. Parlamentonun bu üstün ve kaliteli iş gücü ile kontrolü, yani denetimi imkansızlaştırmış, saltanatını sürdürüyor.
Dediği dedik, çaldığı düdük…
Kimse hesap vermiyor…
Kimse hesap soramıyor…
Harcıyor…
Yakınlarına dağıtabiliyor…
Kimse hesap sormuyor.
Bu ne utanmazlık, bu ne müptezellik, yaşamaya susadığınız halde, dolambaçlı mantık yollarıyla yaşam sorunlarını tartışmaya kalkışıyorsunuz. Hem sırnaşık ve küstahça davranışlarda bulunuyorsunuz, hem de korkudan ödünüz kopuyor. Saçmaladığınız zaman keyfinize diyecek yok, ama küstahlığa başladınız mı, hemen ürküyor, özür üstüne özür diliyorsunuz.
Bir yandan bize korkmadığınızı söylüyor, öte yandan yaltaklanmaktan geri durmuyorsunuz. Bizi hıncınızdan dişlerinizi gıcırdattığınıza inandırmaya çalışırken, güldürmek için nükteler savuruyorsunuz. Nüktelerinizin bayat olduğunu bilmiyor değilsiniz ama taşıdıkları değer dolayısıyla pek de sevinmiş görünüyorsunuz. Efendilik eksik sizde, gururunuz yüzünden, ufacık bir şeyi sorun yapıp içinizdeki gerçeğin ipliğini pazara çıkarıyor, değerini beş paralık ediyorsunuz.
Bir şeyler söylemek istediğiniz anlaşılıyor, fakat korkudan son sözleri geveleyip duruyorsunuz. Açık konuşacak kadar kararlı değilsiniz.
Ürkekçe bir küstahlık sizin ki!
Anlayışınızla övünüyorsunuz, ama bir yandan da ikirciklerle, tereddütlerle dolusunuz; Çünkü kafanız işlediği halde yüreğiniz kötülük batağına gömülmüş!
Oysa yüreği temiz olmayanın anlayışı da kıttır. Ya o küstahlığınız, sırnaşıklığınız, kırıtmalarınız.
Yalan, yalan, hepsi yalan!!!
Siz, gizliden gizliye de olsa dilinizi çıkaramayacağınız, nanik yapamayacağınız bir sırça köşke inanmışsınız. İşte bu sırça köşkten korkmamın nedeni belki de onun sırçadan oluşudur.
Bakın yağmur yağarken sırça köşk yerine bir kümes görsem, ıslanmamak için belki kümese girerim. Ama beni yağmurdan korudu diye de şükran borcumu ödemek için kümese sırça köşk gözüyle bakmam. Biz eğer ıslanmamak için yaşıyorsak, sizin dediğinize seve-seve katılırım. Zira sizde köşkün bahçesinde olabilirsiniz ama odaların içinde değilsiniz.
Ancak hayatın bu olmadığına; Yaşadıktan sonra bütün ömrümün sırça köşklerde musalla taşına kadar geçmesi gerektiğine kafam saplanmışsa, yapacağım başka bir şey yoktur. Bütün isteğim, emelim bundadır. Artık beni bu saplantıdan kurtarmak için içimdeki isteği değiştirmelisiniz. Peki gönlümdeki yatanı değiştirip, bir başkasıyla gözümü kamaştıran, bana başka bir “ülkü” verin! Ama şimdilik benden kümesi sırça köşk olarak görmemi istemeyin!
Arada bir emekliye, işçiye, memura yıllık %4-5 zam veriyor, şehit ailelerine ve gazilere madalya veriyor, mevlit de okutulabiliyor.
Çünkü eşe dosta dağıtılan krediler ve teşvikler arasında bu tür vakıf ve madalya harcamaları pek bir yekün tutmuyor. Ama geride sessiz çoğunluk, vatanın isimsiz sahipleri…
Vergide, askerlikte, nöbette onlar…
Liderlerin oy depoları…
Kendilerini her seferinde kandıran çirkin politikacıyı seçmeye mahkum edilen onlar…
Hırsız bürokratın çaldığı parayı vergi diye veren onlar…
Almanya’dan Kanada’ya kadar uzanan bir coğrafyada ekmek kavgası için diyar-diyar dolaşan gurbetçi onlar…
Pendik tersanesinde ustabaşı, Zonguldak kömür ocaklarında işçi, Ankara bakanlıklarda 7. Dereceden memur, Hakkari köylerinde şehitlik mertebesine ulaşmış öğretmen, Antalya’da polis memuru, Malatya’da subay, Afyon’da müftü, Kayseri’de doktor, Aydın’da haberden-habere koşarken ince hastalığa yakalanıp can veren gazeteci, Şırnak Uludere’de asker, Rize’de çay topluyor…
Konya’da buğday tarlasında…
Sirkeci’de sırt hamallığında…
Türk, Kürt, Laz, Çerkez, Arnavut, Roman, ALEVİ-Sünni…
Tek insan tek bir yürek hepsi…
Hepsi ‘TÜRK MİLLETİ’
Allahın’a kitabına, Hazreti Peygamberi’ne, saygılı olunmasını istiyor. Atatürk’e Cumhuriyet’i kuran, bu ülkeyi düşman çizmesinden kurtaran kahraman olarak saygı ve sevgi gösterilmesini istiyor. Dirlik ve düzenlik içinde ‘Ayyıldızlı’ bayrak altında yaşamak istiyor.
Ey millet?
Adalet sisteminin hızlı çalışmasını, cezaların belki bazı alanlarında etkinliğin ve caydırıcılığın artırılmasını ve en önemlisi ‘Adaletin Tecellisini’ gerçekten istiyor musun?
Açıkça ortaya çıkan bir gerçek var ki, toplumumuzdaki değer kaymasını gösteriyor.
“Şeriatın kestiği parmak acımaz” diyen anlayıştan, eser yok!
Onun yerine “gemisini yürüten kaptan” diye özetlenecek bir hal almış.
%20 mutlu azınlığın vurdumduymazlığından ve siyasal Türkiye’nin yolsuzluk, hırsızlık, rüşvetin aymazlığından endişeli!
Onun içindir ki vatanın isimsiz sahipleri maçlarda özellikle milli maçlarda bir araya gelince hep bir ağızdan “Kırmızı- Beyaz, En Büyük Türkiye” diye haykırıyor.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.