Ya öleceksin ya da kezzap yiyeceksin
"Sevişirken iç içe geçen, solukları karışan, birbirine en yakın hale gelen insanların, sonradan bu kadar yabancılaşmasına, hatta can yakmaya başlamasına hep hayret etmişimdir. Önce en büyük haz, sonra en büyük can yakma, ne tuhaf." Demişti Zülfü Livaneli Huzursuzluk adlı kitabında.
Birkaç gün önce Ceyda Yıldırım adında 25 yaşında iki çocuk annesi kadın boşanmak istediği eşi ve eşinin ailesi tarafından kaçırıldı. İnsanı dehşete düşüren işkencelere maruz kaldı. İlk değildi peki ya kaçıncı? Kimdir eş dediğimiz kişi? İnsanın eşi evidir. Eşim dendiğinde diğer herkes dışarıda kalır. Çünkü eş tekdir. En özel, en güzel, en mahrem anlar eşle yaşanır. Hayat boyu sürsün ya da sürmesin iki kişilik yaşanan anlar o iki kişiye ait olarak kalır. Artık istesenizde o kişiyle iki yabancı olamazsınız. Yalnız aklınızla ve duyularınızla değil, tüm varlığınızla bir bütün olmuşsanız eğer her şey sona erdiğinde nasıl celladı olabilirsiniz? Zülfü Livaneli'yi hayrete düşüren şeyin derinliğine dikkat edin. Bir canlı bir zamanlar diğer yarısı olan bir başka canlıyı öldürmeye azmediyor. Ruh sağlığının normal olmadığına emin olduğunuz bir insanın elinde savunmasızsınız. Beş dakika sonranız muamma, beş dakika sonranız karanlık. Ölümü beklemenin telaşı ölümün kendisinden çok daha ağırdır. Belirsizliğin hedşeti içinde kıvranmak heleki karşınızdaki ruh hastasının bundan zevk aldığını farkında olarak bunu yaşamak insanlığın bitti en uc nokta.
Artık 'Erkek Törörü' haberlerini duymak istemiyoruz hiçbir kadın Ceyda'nın yaşadıklarını yaşasın istemiyoruz. Keşke Ceyda'da yaşamamış olabilseydi. Bir insana "ya öleceksin ya da yüzüne kezzap yiyeceksin" demek bedeninde zerrece insansı bir özellik taşımamaktır. En acısı bu varlıkların aramızda kimseden bir farkı yokmuşcasına yaşıyor olmaları.
Kocaman bir ülkeyiz başımıza bir felaket geldiğinde kenetlenmek nedir iyi bilirmişiz meğer. Seksen iki milyon insanın belli bir bölümüne sokağa çıkmıyorsın demek hiç zor olmadı. Ya da buna benzeyen keskin ve etkili kararları bir felaket karşısında almakta zorlanmamayı başardık. Hepimiz gördük bunu covid-19 nedeniyle uygulamaktan başka çaremizin olmadığı kararları aldık ve uyguladık. Bu demek oluyor ki isteyince başarıyoruz. Ancak yıllardır kadınların yaşamakta olduğu bu ızdırabı bir türlü felaket olarak görmeyi başaramadık. Bu bir felaket değildir de ya nedir.
Özgecan'dan sonra geçen beş yılda bu ülkede yaklaşık iki bin kadın öldürüldü. Bu durumun yani taammüden adam öldürmek suçu diye adledilen vahşetin bir felaket olduğunu artık kabul edip ve alınan tüm önlemlerin bunun önüne geçmeye yetecek türden olması gerekir. Azalmadığını bitmediğini görmek için daha ne kadar kayıp vermeliyiz. Ya da şimdiye kadar işittiğimiz bu en kötüsüydü dediklerimizden çok daha kötüsünümü duymamız gerekiyor. Güvensiz bir toplum haline geldiğimizi ne zaman farkedeceğiz. Lütfen daha fazlasını yaşamamıza izin verilmekten vazgeçilsin.
Ceyda Yıldırım'ın yaşadıklarına sebep olan beş kişiden ikisi tutuklanmadı. Üçü tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı. Peki bu kadının yaşayacakları bitti mi dersiniz? Zaten tüm bunları yapanlar, yaptıklarının suç olduğunu yakalandıklarında başlarına ne geleceğini bile bile yapmamışlar mıydı? Şimdi ne değişti ki yarım bıraktıkları işi tamamlamak istemeyecek olsunlar. Bir suçu işlemekle o suça ortak olmak arasında hiçbir fark olduğunu düşünmüyorum heleki konu cansa. Bir insanın hayatı söz konusuysa yapanda yapılmasına göz yumanda aynı oranda suçludur.
Kanundaki boşukların doldurulması şartki bu kadına bunu yaşatan suçluların az ceza aldıklarını ya da bir kısmının hiç ceza almadıklarını görüp bu gibi suçları işlemek için hazır bekleyen diğer kişileri cesaretlendirmesin. Biz bu sorunu çözmediğimiz sürece hiçkimse kendini güvende hissetmesin.
Mine Mulcar
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.