Normal miydik acaba?
Hepimizin büyük bir özlemle beklediği normalleşme sürecinin gelmesini isterken bir zamanlar normal yaşadığımız ama aslında çok da normal olmayan eski hayatımızı düşünmek için bol bol vaktimizin olduğunu düşünüyorum.
Bundan üç ay önce neler yaptığımızı ya da neler yapmadığımızı kendimizi ve çevremizi tarafsız bir gözle analiz etme fırsatını bulabildik mi? Yoksa sadece mayalı ekmeklerimizi daha iyi nasıl yapacağımızı mı düşündük. Eğer cevap ikincisiyse ben söyleyeyim ne kadar iyisini yaparsanız yapın vücuttaki karbonhidrat miktarını yükseltmekten bir adam öteye gidememiş olursunuz. Bu da benim güzeller güzeli hemcinslerimin biraz daha balıketli olmasına neden olacak ki, bence vazgeçin ekmeksiz yemek yiyebilme alışkanlığını kazanın. Yazının konusu ekmek olmadığı gibi balıketli olmakta olmadığı için bu kısmı kısa kesiyorum :)
Öncelikle en çok zaman ayırmanız gereken, en çok analiz etmeniz gereken kişi kendinizsiniz. Daha iyi bir toplum olmanın yolu kişinin kendisinden geçer. Bunun farkına vardığımızda tüm toplumsal sorunlarımızın çözüm anahtarına kavulmuş olacağız. Çünkü koronavirüs süresince en az virüs kadar cahillikle de mücadele ettiğimiz umarım gözünüzden kaçmamıştır.
Sorun kendinizsiniz demek yerine; çıkar çatışmalarına, adam kayırmalara, eşitsizliğe, ekonomiye, işsizliğe, suç oranlarının giderek artmasına, güvensiz bir toplum oluşumuza destanlar yazsaydım eğer, gazeteki köşemi daha sağlam temellere dayandırmış olurdum. Ama bununla beraber hem sizi hemde kendimi kandırmış olurdum. Sanırım bunu hiç yapmayacağım. En büyük savaşı kendi cahilliğimizi, sevgisizliğimizi ve ilgi açlığımızı yenmek için vermek zorundayız.
Toplum dediğimiz şey insandır. Ve her insanın olmak zorunda olduğu şey kendi farklılıklarının farkına varmasıdır. Bunu da insan, kendine değer vererek ve kendisini severek sağlanabilir.
Kendimizi sev-me-diğimizde başka hayatlara özeniriz. Kendimizi sevdiğimizdeyse başka hayatları özenmek, kıskanmak yerine onların başarıları ile gurur duyarız. Yaşamımızın merkezine kendimizi koymalıyız. Aksini yaparsak başkaları dediğimiz kişilerin hayatlarını yaşarız. Geride biz diye bir şey kalmaz. Yaşam, bir başkasının hayatında önemli biri olmaya çalışmakla uğraşacak kadar uzun değil. Bu yüzden siz önce, siz olun.
Siz olabilmeniz kazandığınız farkındalıkla doğru orantılıdır. Farkındalık kazanmak için baktığınız ve gördüğünüz şeylerin ne anlama geldiğini anlamak ve altında yatan sebepleri çözmeniz gerekir.
Tabiki bilincimizi doğru şekilde kullanabilmek için onu deneyimlerimiz kadar okuduklarımızlada şekillendiririz. En kolay ama aslında en önemlilerinden biri de Çocuk sahibi olmak isteyen her anne ve babanın çocuklarını kucaklarına almadan önce çocuklarının duygu durumları ile ilgili doğru bilgileri edinmeleridir. Örneğin; bir çocuk konuşurken yüksek ses kullanıyor ve bunu yaptığını farketmiyorsa, aile üyeleri tarafından yeteri kadar dinlenmediği içindir. Diğerlerinin sesini bastırmak ve kendisine fırsat tanınmayan o hayatın içinde kendisine yer açma çabasından kaynaklanır. Kendisini farkettirip dinlenmek için yüksek sesle konuşur. İlerleyen zamanlarda bu davranış hırcınlığa dönüşür. Bir yetişkin haline geldiğinde çabuk sinirlenen öfkeli bir birey olur.
Yukarıda toplum dediğimiz şey insandır dedim. Çocuklarımız her geçen gün büyükte ve toplumu oluşturan bireylerin bir ferdi olmakta. Ve sizler konuşurken kendisini dinlemediğiniz bir çocuğa ne yaparsanız yapın onu sevdiğinize inandıramazsınız. Sevgisiz bir insan hem kendisi hemde çevresi için en tehlikeli silahtır.
Alman filozof Nietzsche'nin de dediği gibi; "Gençsin ve çocuk sahibi olmak, evlenmek istiyorsun. Ben de soruyorum sana: Bir çocuk istemeye layık bir insan mısın?" Şimdilik bu kısmı kısa tutuyor olsam da ileride çocuk yetiştirme sanatı adlı bir yazıyla daha geniş bir çerçevede örneklerle sunmayı düşünüyorum.
Cahilliği yenmenin en kolay yöntemlerinden biri hayatınıza değer katmaktır. Özsaygıyı kazanmaktır. Peki bunu nasıl yaparız. Öncelikle İyi ve kötüyü birbirinden ayırt etmemiz gerekir. Evrensel ahlak iyinin herkes için iyi, kötününde herkes için kötü olduğunu tüm düşünürler tarafından kabul görmediğini söyler. Kötülükler toplumdan topluma farklılık gösterse bile, doğrunun her zaman tek olduğunu hatırlatmak isterim. Watts'ın da dediği gibi "Kişilikli olmak, kimse görmediği zaman da doğru olanı yapmaktır" kişiliğine sahip çıkan bir insan kendine duyduğu saygıyı asla yitirmez. Bu da sizi kendi kendine yetebilen, başkalarının beğenisine ihtiyaç duymadan yaşamanıza olanak sağlar. Bu ihtiyaç ehlileştiril-me-diğinde yaşamınızın her anında mutsuz olursunuz. Şimdi bir de mutsuz bir insanın neler yaptığına göz atalım;
1) İçten içe kendisini diğerleri ile kıyaslar, başarısızlıkları için mutlaka suçlayacak birilerini bulur. Bu suçlular genellikle en yakınındaki kişilerdir.
2) sürekli eleştirirler, kendisinin yapmadığı ya da yapamadığı güzel işleri içten içe beğenir ama bunu dışarıya yansıtmalarına kompleksleri izin vermez.
3) Kriz anlarında süreci soğukkanlılıkla idare etmek, çözüm aramak çevresine yardımcı olmak yerine suçlunun kim olduğuna karar verirler sürekli "Senin Yüzünden" derler. (Sanırım bu hepinize tanıdık geldi)
4) Onlara karşı koyduğunuz sınırı bir şekilde ihlal ederler; beden dilinizle fark ettirmek istediğiniz uyarıları görmezden gelmek işlerine gelir. Sizin iradenizi yok saydıkları içinde kendi taleplerinin yerine gelmesini sanki haklarıymış gibi bekler yapmadığınızda ise yine sizi suçlarlar.
5) Vermeden almak onların doğasında vardır; her zaman ilgi odağı olmak isterler ve bunun için her şeyi abartırlar. Sanki doğuştan haklı doğmuşlar gibi yaşadıklarının kendi davranışlarının bir sonucu olabileceğini görmek istemezler.
Bu kişiler zayıf karakterli, olmak istedikleri şeye henüz karar verememiş, dünyanın en mutsuz insanlarıdır. Ve en yakınları onlardan gördükleri bu psikolojik şiddet yüzünden psikiyatriste gitmek ilaçlarla sakinleşmek zorunda kalır. Eğer hayatınızda bu örnekleri sıklıkla size yaşatan insanlar varsa onları idare etmeyin. Onlara karşı dürüst olun size yaşattıkları harbi fark etmeleri için net yargılar kullanın. Hiçkimse bu özelliklere sahip biri olarak doğmaz. Aile içinde, öğrenim hayatı içinde küçük yaşlarda yaşadığı olaylar yüzünden böyle bir insana dönüşür. Yardım edin, eğer bu yardımı kabul ettiremiyorsanız bu kişilerden kendinizi kurtarın. Çünkü bu tip davranışlar bulaşıcıdır. Siz onu değiştiremezseniz o sizi içine çeker.
Herkes kadın cinayetlerinden yakınır, herkes bir son bulması için dua eder. Peki dua etmek yeterli mi? Çocuklarınızı büyütmek yerine onları yetiştiren kişiler olursanız, daha ferah bir toplumu görmek hayal olmaktan çıkar. Sekiz yaşındaki oğlum, evden her çıkışımızda bana kapıyı açar. Ve "kadınlara karşı nazik olmalıyız değil mi anne" der. Bunu ona öğretmek zorunda olan kişi benim. Ve hayatı boyunca sadece bana değil tüm kadınlara, yardıma ihtiyacı olan herkese yardım etmesini, iyi bir insan olmasını sağlamak da benim işim.
Eğer herkes senin gibi olsaydı. Sende herkes gibi olurdun. Herkes gibi olma farklı ol.
Mine Mulcar
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.