Fatih İstanbul’a Açık Kalan Kapıdan Mı Girdi?
Değerli Havadis okurları,
Yazıma geçmeden önce birkaç hususu belirtmek istiyorum. Malumunuz olduğu üzere geçen hafta Nazilli tarihi hakkında yazı yazmıştım. Bu yazıma olumlu tepkiler aldım. Şahsen beni tanıyan bazı okurlar takdirlerini ilettiler. Kendilerine teşekkür ediyorum. Gazetemizin okurlarından Mustafa Yılmaz Bey ise yazımı okumakla birlikte iki hususta hata yaptığımı mesajları ile belirtmişler. Dikkatleri ve ilgilerinden dolayı ona da teşekkürlerimi bildiririm.
Mustafa Yılmaz Bey’in vurguladığı ilk husus Osmanlı belgelerinde Yerkenli-Yergenli karyesi olarak geçen yerin İstiklal değil Cumhuriyet mahallesinde bulunduğu ve mahallenin eski adını teşkil ettiğidir. Bu yanlışı düzelttiği için teşekkür ederim. Şahsen, büyüklerimizden duyduğum, çeşitli kaynaklardan derlediğim bazı bilgilerin yanlış olma ihtimali mevcut, nitekim bunları olduğu gibi nakletmeye çalışıyorum.
Amacım, her geçen gün tekdüzeleşen ve kimliğini kaybeden Nazilli hakkında tarihte yaşanmış ne varsa tespit ettiğim şekilde yansıtmak. Siz sayın okurlarımızdan ricam bu doğrultuda eğer bir yanlış yapacak olursam Mustafa Bey’in yaptığı gibi bana iletilmesidir.
Mustafa Bey’in ikinci vurguladığı husus ise Çakırcalı mezarlığı hakkında. Sanırım Mustafa Bey yazımı yanlış anlamış. Ben Çakırcalı Mehmet Efe’nin mezarının Nazilli’de olduğunu ifade etmedim. Sadece günümüzde Atatürk Lisesi’nin bulunduğu alana gömüldüğünü, bir müddet burada mevcut olduğunun söylendiğini belirttim. Nitekim günümüzde Çakırcalı’nın naaşı Mustafa Bey’in vurguladığı üzere Ödemiş Kayaköy’dedir. Ancak birkaç farklı kaynaktan aldığım duyumlara göre naaş buradan çıkarılıp sonradan köyüne götürülmüş ve mezarlık bu önemli tarihi şahsiyete ev sahipliği yapması nedeniyle Çakırcalı adıyla anılmıştır. Daha sonra ise tamamen ortadan kaldırılmıştır.
Sayın okurlarımıza şunu da belirtmek isterim. Nazilli tarihi asıl uzmanlık alanım değil. Fakat bazı ricalar üzerine bu konuda bildiklerimi mümkün olduğunca doğru olarak yansıtmaya çalışıyorum. Zaten, Nazili tarihini iyi bilen başka araştırmacı ve uzmanlarda mevcut. Bilhassa milli mücadele dönemine dair dikkat çekici sayıda eser mevcut. Bu konulara girerek yapmak istediğim, yukarıda a belirttiğim gibi bir nebze de olsa memleketimin tarihinin aydınlatılmasına katkıda bulunmak, gözden kaçan veya bilinmeyenlere dikkat çekmek.
Gelelim yazımıza...
Birkaç gün önce İstanbul’un fethinin yani Feth-i Mübîn-i Konstantiniyye’nin 568. yıl dönümü idi. 568 yıl önce 29 Mayıs günü iki aydır yoğunluklu olarak kara tarafından kuşatılan şehir Fatih’in iradesine direnemeyerek teslim oldu. Böylece Türk tarihinin en önemli başarılarından birisi meydana geldi. Bize dünyanın en güzel şehrini hediye eden nimel-emir yani güzel komutan Fatih Sultan Mehmet Han ile nim-el-ceyş, yani güzel askerlerin ruhları şad, mekanları cennet olsun.
İstanbul’un fethi birkaç hafta sonra Avrupa’ya ulaşınca büyük bir şok meydana geldi. Kimse tarih boyunca alınamayan bu şehrin düştüğüne inanamıyordu. Ağıtlar yakıldı, şarkılar yazıldı, gözyaşları döküldü, kiliselerde dualar edildi. Ancak hiçbir zaman bu fethin getirdiği şok ortadan kalkmadı. Bugün de devam ediyor. Her zaman İstanbul geri alınacak, yeniden Hristiyan şehri yapılacak bir hedef olarak görüldü.
Avrupa Hazret-i Fatih’in bu başarısına inanamıyordu. Nasıl olur da 21 yaşında genç bir sultan geçilemeyen o devasa surları aşabilmişti. Gerçekten sayın okurlar, İstanbul’a yaptığım bir gezide bizzat altında dolaştığım Ayvansaray surlarını görünce insanın Fatih’in bu surları aştığına inanası gelmiyor. İşte Avrupa, bu olağanüstü başarıyı küçümsemek için hemen bir yalan uydurdu:
Güya kuşatmanın şiddetlendiği esnada iç surlarda bir kapı açık unutulmuş ve Osmanlı askerleri oradan şehre girmiş! Yani iki aydan fazla süren kuşatma bu basit hata sonucu Osmanlı galibiyeti ile neticelenmiş!
Bu yalan ve gülünç iddia yukarıda da belirttiğim gibi İstanbul’un fethinin Avrupa’da uyandırdığı şokun getirisidir. Konstantinapolis’in düştüğüne inanmak istemeyen Hristiyan dünyası kendisini avutmak için bu ve benzeri yalanlara ve uydurmalara başvurmuştur. Ancak gerçek ortada olup çocukça avuntularla tarih değişmeyecektir.
Zulüm 1453’te başladı diyen Konstantin torunları boşuna heveslenmesinler. İstanbul Türk milletinindir ve Allah’ın izni ile öyle kalacaktır. Ayasofya Cami’nde okunan her ezanda, kubbesinde yankılanan her amin sedasında Hazret-i Fatih ve onun kutlu askerlerinin ruhları şad olacaktır!
Saygılarımla...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.