Gara Operasyonu’nun Düşündürdüğü: Milli Tavrımız Unutmak
Geçen hafta düzenlenen Gara bölgesi operasyonunun başlangıcında şehit olan üç askerimizle birlikte mağarada şehit edilen güvenlik görevlilerine Cenab-ı Hak’tan rahmet, yakınlarına başsağlığı dilerim. Allah ülkemizi ve vatanımızı sıkıntılardan koruyup, her daim muhafaza eylesin.
Yazıma başlamadan önce değerli Havadis gazetesi okurlarına belirtmek istediğim birkaç husus var. Evvela önceki yazılarımda tüm dikkatime rağmen yapmış olduğum yazım yanlışları, cümle düşüklükleri, anlatım bozuklukları ve kelime hatalarından dolayı özür dilerim.
İkinci olarak Nazilli tarihinden bahsederken Aydın Vilâyet Sâlnâmeleri’ne dayanarak küçük çaplı bir çalışma yaptığımı belirtmiştim. Daha ziyade bir transkript ve teksir çalışması olan ve farklı bir formatta hazırladığım bu çalışmayla birlikte aynı konuda geniş ve kapsamlı başka bir çalışma daha mevcuttur. Berikan yayınlarından çıkan ve genç araştırmacı Yavuz Akbaş tarafından hazırlanan “Salnâmelerde Nazilli Kazası” adlı araştırma içeriği açısından bir ilk olma niteliğine sahip olup, Nazilli tarihi çalışmaları açısından önemli bir boşluğu doldurmaktadır. Şehrin XIX. yüzyılın sonlarıyla Cumhuriyet’in ilk yılları arasındaki coğrafi, idari, sosyal, kültürel, demografik ve ekonomik yapısını merak edenler mutlaka bu çalışmayı almalı ve okumalıdır.
Bu eserle birlikte yakın zamanda yine Akbaş tarafından “Kestel Nam-ı Diğer Nazilli Kazası Avarız Defteri” başlığını taşıyan dikkat çekici bir çalışma daha yapılmıştır. Eser XVII. yüzyılın sonunda yani 1699 tarihindeki kayıtlara dayanarak Nazilli’nin idari, sosyal ve ekonomik yapısı hakkında önemli bilgiler içermektedir. Umarız ki, hak ettiği değeri ve ilgiyi görür. Akbaş’ın bu iki eseri her Nazillilinin evinde ve kütüphanesinde bulunması gereken eserlerdir. Kendisini bu değerli ve güzel çalışmalarından dolayı tebrik ederim.
Yazımıza geldiğimizde ise, bildiğiniz üzere geçen hafta Kuzey Irak’ta bulunan Gara bölgesindeki örgüt kampına bir operasyon düzenlendi. Operasyonun başlangıcı esnasında üç rütbeli askerimiz şehit oldu. Ama ne yazık ki altı yıldır terör örgütü tarafından alıkonulmuş olan on üç asker ve güvenlik görevlisi bir mağaranın içinde şehit edildiler.
Daha önce Türkiye benzer nitelikteki elim olayları sıkça yaşamıştı. Hiç beklemediğimiz anlarda şehit haberleri ile sarsılmıştık. Örneğin 90’lı yıllarda otuz üç silahsız erin şehit edilmesi ülkemizde büyük bir infiale sebep olmuştu. Yine yakın zamanda Dağlıca karakolu basılmış ve çok sayıda şehit verilmişti. Ancak bu elim ve acı hadiseler gibi bir müddet tartışıldıktan sonra önemlerini yitirmişlerdi.
Türkiye’de adına gündem denilen deyim yerindeyse büyük bir kara delik var. Başka ülkelerde hükümetleri devirebilecek, sosyal patlamalara, köklü ve kalıcı değişimlere neden olabilecek gelişmeler bizde bir veya iki hafta tartışıldıktan sonra önemini kaybedip bu kara delik tarafından adeta yutuluyor. Hatta söz konusu hadisenin etkileri sürerken başka bir olay, tartışma veya konu ortaya çıkıyor ve zihinleri meşgul ediyor.
Gündem hiç boş kalmıyor. Mutlaka bir kullanılacak bir malzeme veya konu oluyor. Üstelik belirli bir kronoloji, yani zaman dizilimi de söz konusu değil. Yılın belli dönemlerinde, belli tarihlerde aynı konular geçmişte olduğu gibi yeniden ve sürekli ön plana çıkıyor, kısır tartışmalara konu teşkil ettikten bir müddet sonra kayboluyor: Ezan niye Türkçe okundu, Sultan Abdülhamid istibdatçı mıydı, Lozan’da on iki adayı niye geri alamadık, Osmanlı padişahları neden başka milletlerden kadınlarla evlendi, Atatürk şunu niye şöyle yaptı, niye şöyle dedi, falanca padişah nasıldı, İttihatçılar hain miydi, I. Dünya Savaşı’na niye girdik? vb. bir sürü mesele…
Bu meseleler çeşitli ideolojilere mensup kişilerce taraflı bakış açılarıyla yorumlanıyor, tartışılıyor, sosyal medyada yanlış paylaşımlar yapılıyor. Ancak ortak bir noktaya varılamıyor. Fakat ideolojik tarafları temsil eden kişiler bundan ciddi ölçüde çıkar sağlıyor. Birisi Sultan Abdülhamid hakkında binlerce benzeri olan kitaplardan birisini yazıyor ve epey para topluyor. Diğeri Atatürk hakkında yeni bir şey söylemeyen, kaynaklarda mevcut bilgileri belirli bir kitleye hitap edecek bir dille kaleme alıp fahiş bir fiyatla satıyor, birde bununla gurur duyuyor. Ama sonuç belli. Halka, mantıklı bir tarih anlayışı kazandırılmıyor.
Sonra yeniden içinde bulunduğumuz zamana dönülüyor. Falanca siyasetçi şunu dedi, filanca ona şu cevabı verdi şeklinde lanse edilen ve artık klişe bir deyim olmuş kısır siyasi çekişmeler arasında Türkiye’nin çözüm bekleyen dev sorunları varlıklarını bütün ağırlıklarıyla devam ettiriyor. Kadınlar veya çocuklar kaçırılıyor, darp ediliyor, öldürülüyor, geçim sıkıntısı dolayısı ile vatandaşlar intihar ediyor, bir yerde ihmal ve kasıt dolayısı ile insanlar hayatını kaybediyor. Ancak bunları önleyebilecek temel ve etkili adımlar atılmıyor atılamıyor. Önlemler yeterli olmuyor. Ölen öldüğü ile kalıyor.
Bu durum, yani gündemin hızlı ve şaşırtıcı değişkenliği şu milli ve temel tavrımızla ilgili: Çabuk unutmak. Dünyada bu kadar hızlı bir gündemi olan başka bir toplum ve devlet var mıdır acaba diye sormak lazım? Gerçi şunu vurgulamalıyız. Bu nitelik bizi aynı zamanda güçlü kılıyor. Yaşamamızı ve var olmamızı sağlıyor. Bu yaklaşım yani biraz kaderci olmamızla ilgili. Ancak bu niteliğimizin olumsuz yönü bizi duyarsızlaştırması.
Avrupa ve Amerika’da gündem Türkiye’de olduğu kadar hızlı değil. Yapılan bir hata, verilen bir söz, meydana gelen bir olay unutulup hiç yaşanmamış gibi sayılmıyor. Örneğin geçen yaz beyaz bir polis tarafından katledilen siyahi George Floyd hadisesinde olduğu gibi, toplumsal hafızada birikmiş olan öfke birden patlıyor. Toplum ve halk öfkelerini yansıtıp deşarj olduktan sonra hiçbir şey olmamış gibi davranmıyor. Bu hassasiyet sebebiyledir ki, ırkçılığın her zaman popüler olduğu ABD’de devletin başına Barack Obama gibi siyahi bir Amerikalı gelebiliyor. Başka bir örnekte, Güney Kore’de hükümetin şarbonlu et ithal etmiş olabileceğine dair şüpheler oluşunca yüzbinlerce Kore’li meydanlarda hükümeti protesto ediyor ve hükümet düşüyor.
Bizde ise durum çok farklı. Kırk yıldır adına terör denen büyük ve devasa bir sorun mevcut. Bunun yanı sıra gelir dağılımındaki adaletsizlik, iş ve istihdam sorunu, kadına şiddet, namus ve töre cinayetleri, eğitim ve benzeri birçok büyük çaplı sorunla iç içe yaşıyoruz. Her an ortaya çıkması muhtemel depremler ve doğal afetler cabası. Ülkemizde her an kırılmayı bekleyen fay hatları var. (Deprem meselesi Nazilli açısından da derece önemli bir sorun) Bir yerde deprem veya doğal bir afet meydana geldikten sonra hızlıca yaralar sarılıyor, ancak sonra yaşananlar unutuluyor, alınması gereken tedbirler göz ardı ediliyor. Yeniden dere yataklarına, sağlam olmayan zeminlere evler yapılıyor.
Türkiye’de gündem baş döndürücü dersek yeridir. Şöyle yakın bir geçmişe bakalım: Açılım süreci, hendek operasyonları, 15 Temmuz darbe girişimi, Suriye’li göçmenler, seçimler, Barış Kalkanı, Zeytindalı operasyonları, başkanlık sistemi, Rus uçağı, mit tırları, Elazığ ve İzmir depremleri, yeni kurulan partiler, doların yükselmesi, vekilliği düşürülenler, Amerika ile rahip krizi, khklılar meselesi, vs…
Evet, şunu mutlaka vurgulamak gerekir. Coğrafya kaderdir özdeyişinden hareketle, bu kadar stratejik ve önemli bir noktada yer alan, imparatorluk geçmişine sahip, doğu ve batı arasında bir köprü olan, dünyanın satranç tahtası Ortadoğu’nun yakınında bulunan Türkiye’de siyasi ve askeri gündemin yoğunluğu normaldir. Ancak normal olmayan, sorunları erteleyerek, göstermelik olarak vurgulayarak gündem malzemesi yapıp, sonra yoklarmış gibi davranmaktır. Ulusal karakterimizin en bariz özelliklerinden olan günü kurtarma kaygısı sürdüğü müddetçe unutmak hastalığının zararlı etkilerinden kurtulmamız zor görünüyor. Bu bakımdan umarız Gara operasyonu bir müddet gündemdeki yerini koruyup tartışıldıktan sonra hepten unutulmaz. Sebep ve sonuçlarıyla iyi değerlendirilip gerekli önlemler alınarak bir daha böyle elim hadiselerin yaşanmasına izin verilmez.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.