Hayalleri olan ve o hayallerinin peşinden giden kişilerin günümüz şartlarında kişiliklerini ve hayallerini koruması çok zor. Çünkü bir zamanlar, kabalık ve görgüsüzlük sayılan, vasatlık olarak tabir edilen şeylerin çoğu, günümüz toplumunda öncelik haline gelmeye başladı. Anlamsız insanlarla anlamlı ilişkiler yaşama isteği ve çabası, başımızı çevirip baktığımız her yerde vasatlık örnekleri görüyor olmak, ben nerede ne yaşıyorum sorusunu doğuruyor. İlginç olan asıl şey, eskiden eleştirilen bu davranış şekillerine artık alkış tutuluyor olması. Her geçen gün basitliğin, olmamışlığın dış görünüşü ve algılanış şekli değiştiriliyor. 'Ben farklıyım' demeye çalışan kişilerin bazıları vasatlığın dibine iniyor. Dediğim gibi, kimileri tarafından bu davranışlara alkış tutuluyor oluşu, o kişilerin kendilerini görmelerine engel oluyor. Ve daha da ileri gitmelerine sebep oluyor. Toplum marjinallik adı altında kendisine sunulan bu davranışları analiz etmekten git gide uzaklaşıyor. Sosyal hayatın içine bu derece dahil olan vasatlık bakın nelere sebep oluyor. Geçen akşam Nazilli trafiğinde bir kadın sürücü Serttaş Kuruyemiş'in önündeki kavşakta beklerken yanıma yaklaşıp arabasının camını açtı "Çok dayak yersin çok!" dedi bana. Ben cevap vermedim ama yan koltukta oturan arkadaşım o kişiye dönüp "Ne kadar acı, bir kadının bir başka kadına bunu söylemesi" dedi. Ama buna rağmen aldığımız tehditler sona ermedi. Buna sebep olan şey, 5 dakika önce Dilek Et Lokantası'nın önündeki park halindeki araçlarımızı aynı anda çıkartmaya yeltenmiş olmamız. Ancak fark etmediği şey şu ki, ikimizin de aracı kaldırıma 90 derecelik bir açıyla park edilmediği için ben arabamı geriye alıp ondan önce çıkmasaydım, benim arabamın sol arka çamurluğuna çarpacak olmasıydı... Üstelik aracıma bindiğimde önceliğim ayakkabı değişikliği yapmak olmasına rağmen o kişi daha rahat çıkabilsin diye arabamı çıkarttım.
Tüm bu detayların hiçbirini düşünmeden bana söylediği sözleri hatırlayın. O kadının bunu yapmasının altında yatan sebep herkesin böyle durumlarda kavgaya meyilli davranışlar sergiliyor oluşu. Yanında oturan arkadaşına kendini kanıtlamak istemiş oluşu. Kısacası artık önemli olan insanların, birbirlerine gösterdikleri anlayış, sağduyu, kişinin eğitimi, kültürü, erdemli bir insan oluşu, toplu yaşam içinde sergilediği karakteri değil de, o vasat diye tabir ettiğimiz kişilerin başkalarının gözünde dikkat çekmeye değer saydıkları davranışları çok seviyor olmaları. Bir başka anlayışa göre, bizi taşıdıkları yer, mevkisi, çevresi kendi kişilik özelliklerinden daha önemli olarak algılanıyor. Bu kıstaslara göre değer biçiliyor oluşu.
Bir başka örnekle devam edelim. Bir kurumun müdürü; iş yerinin kurallarına tamamen bağlı, ahlaklı, hak yememeye dikkat ederek çalışan personeline önem vermek yerine, yüksek mevkideki kişilerle ilişkisi olan, işle ilgili olsun ya da olmasın o iş yerindeki tüm (dedikodu) konulara, gündeme bir şekilde sahip olmayı başarmış çalışanlarına önem vermeyi tercih ediyorsa, köşeye itilen işini özveriyle yapan diğer değerli çalışan her geçen gün, her geçen an kendini sorgulamaya başlar.
"Aslında iyi olan bensem neden ayrıcalıklı olan o." Bu soruyu sürekli sorar kendine gün boyu. Sürekli aklında bu soruyla çalışır. Evine gittiğinde aynı şeyi düşünmekten kendini alıkoyamaz. Gece olup yatağına yattığında bilinçsizce yumruklarını sıkarak bu sorunun cevabını düşünmeye devam eder. Gerekli olan her şeyi yaptığından emin. İşine ve üstlerine gösterdiği saygıdan bir an bile ödün vermediğinden emin. Buna rağmen müdürünün gözünün kendisinde değil de diğerinde oluşuna anlam veremez. Hatta bazen eşit şartlarda olması gereken hakların ısrarla diğerine pay edildiğine bile şahit olur. Bir süre seyirci kalır kalmasına ama ya sonra? Sizce bir insan kendi yapısında hiçbir bozulma yaşamadan buna ne kadar süreyle dayanabilir? Kafasının içinde bir an bile mola vermeden dönüp duran bu cevapsız sorular sağlığını ve karakterini etkilemeden yaşamını sürdürmesine olanak verir mi?
Ben söyleyeyim, bu durum hiç mi hiç mümkün değil. Yanlış üstüne yapılan yanlışlar, bir haksızlığın başka bir haksızlıkla çözülmek istenmesi, insanların yaşam enerjisini yok ettiği gibi. Pozitif yapısını da bozar, inançlarını ve değer yargılarını sorgulamaya başlamasına ve karakterinin değişikliğe uğramasına neden olur. Charles Bukowski'nin şu sözlerini hatırlayalım:
"Üşengeç değilsin
Sadece mutsuzsun ve
Mutsuz insanlar yorgun olur,
Hiçbir şey yapmak istemezler."
Bu durum o kişinin mayasında olmadığı için düşündüklerine, yaptıklarına yapmak zorunda kaldıklarına bakınca aynada kendine dönüp "Ben bu değilim" demesine ve dışarıya karşı yaşadığı çatışma halinin kendi iç çatışmasına dönüşmesine neden olur. Tüm bunlar, bizi bizden uzaklaştırır. Bu haksızlığa maruz kalan insanlardan çok azı bu durumla başedebilirler. Başaramayanlarsa zamanla diğerlerine benzemeyi seçer. Kimisi de yaşamdan ve insanlardan soğuyup kurduğu ilişkilerde daha yüzeysel ve daha samimiyetsiz olmayı alışkanlık haline getirmeye başlar. İçinde oluşan güvensizlik hayatındaki her alanı olumsuz etkiler. Bazen yapmak üzere olduğu davranışın kendisini utandırdığını hissetse bile, o yapmıştı ve herkes çok beğenmişti diyerek kendini zorla o bozuk düzene ikna eder. Artık içinde yaşattığı adaletin terazisi denge değiştirmeye başladığı için, doğru insan olmanın karşılığını hak ettiği şekilde görememesi, verdiği emeğe acımaktan vazgeçip emek vermemeye başlamasına neden olur. İyi olmak, iyi kalpli olmak, işini iyi yapan olmak artık iyi olmak için kıstas olmaktan çıkmışsa. Entrikaları en iyi çeviren kişi mevkideki en iyi yeri almışsa, bunu gözlemleyen ve maruz kalan kişiler onlara dönüşmeye başlar.
Bunun böyle olmaması için, neyi önemsediğimize dikkat etmek zorundayız. Sizin yanınızda bir başkasının sırları ortaya dökülmeye başlandığında sizi hiç ilgilendirmeyen o bilgileri almaktan mutlu olmak yerine, konuşmakta olan kişiye yaptığının ne kadar çirkin olduğunu direkt olarak yüzüne söylemeniz gerekir. Çünkü bu gün zevk aldığınız şey günün birinde size yapıldığında iğrenmenize neden olacak! Kimsenin annesinin karnından kötü olarak doğmadığı halde zamanla kötüleşmesine neden olan bir dolu sebepten bazıları da bunlar. Yani bozuk bir düzene ses çıkartmadan yaşamak, öyle olmayanların öyle olanlara ses çıkartmadan izlemesi hasta bir toplumu doğuruyor. Evde ki anne ve babanın eşitsizliği o evde büyüyen çocukların tüm hayatını negatif yönde etkiliyor. Okuldaki öğretmenin yarattığı eşitsizlik tamir edilemez bir kıskançlığa neden oluyor. O çocukların yaşamı boyunca üzerlerinden atamayacakları aşağılık kompleksine dönüşüyor. Bu dönüşümle oluşan yeni kişi kendiliğinden bu noktaya gelmemiş yaşadıkları ve kendisine dayatılanlar sonucunda bu kişiye zorla dönüştürülmüştür. Victor Frank'ın da dediği gibi; "Ruhsal sıkıntıların kaynağında anlamsız insanlarla anlamlı ilişkiler yaşama isteği ve çabası yatar."
Hayatın eşitsizlikleri insanı sorunlu bir kişiliğe ve ahlaksız birer insana dönüştürebilir. Neyi seçtiğinize dikkat edin.
Mine Mulcar