Küçük Kıyamet...

Mine Mulcar

Bizde hala sanıyoruz ki, dağlar yıkılacak, güneş bir insan boyuna inecek, her yeri yakıp kavuracak, mezardaki ölüler dirilecek dünya üzerindeki yaşam bir anda son bulacak. Herkes aynı anda aynı şeyi yaşarken kabullenmek ve tahammül etmek. Günümüzdeki gibi birileri kıyameti iliklerine kadar yaşarken birilerinin seyretmesi kadar zor değildir diye tahmin ediyorum. 

Çaresizlik... kıyameti bundan daha iyi hangi söz anlatabilir ki. Başladığı andan itibaren yapılabilecek hiçbir şey olmadığını bilir başımıza gelecek olan her şeyi itirazsız kabul ederiz. Çünkü başka bir seçeneği yoktur insanoğlunun. Dünyadaki yaşamın sona ermesi, içinde can taşıyan her varlığın bir bir yok oluşu... Kimi inançlara göre yeni bir başlangıç, kimi inançlara göre hesap günü, bazıları içinse zaten hiç var olamamışların asıl olacakları andır. 

Cevap hangisi olursa olsun tek bir gerçek var o da, kendi icat ettiğimiz hiçbir teknolojinin ya da silahın bunu durdurmaya yetmeyecek oluşu. Tıpkı bir yıldır virüsü durdurmaya yetmeyen gücümüz gibi. Kendi çalıştığım hastanemde ve tüm ülkede yaşadığımız kayıplara bakınca bir yıl gibi uzun bir süreye rağmen hala kontrol altına alamamış olduğumuz virüsün bize yaşattığı şey kıyamet. Çünkü, akrabalarımız, komşularımız virüse yenik düştü. Ve kaybettik. Virüs sevdiklerimizin bedeninden içeri girerken onları yaşamdan ve bizden koparırken habersizce seyredişimiz gözümüzün önünde cereyan eden kıyameti izlemek gibi. 

Ben de geçen hafta o evlatlardan biri olmak üzereydim. Babam da covit-19 virüsü ile savaşanlar arasında. Hala da kurtulmuş değiliz, direniyoruz. Birbirinden farklı birçok his kaplıyor insanın içini. Çaresizlik hissi yaşadığımız hislerin içinde en ağır olanı hele ki bir sağlıkçıysan baban için elinden hiçbir şey gelmiyorsa umut ve umutsuzluk arasındaki o ince çizgi insanın canını çok yakıyor. Virüs dışındaki bazı hastalıklarla savaşırken de aynı çaresizliği yaşarız. Ancak korona virüs karşısında çaresiz kalmak ya da yenik düşmek diğer tüm hastalıklardan çok daha fazla can yakıyor. Çünkü ne olduğunu bilmediğimiz ve nereden saldıracağını tahmin edemediğimiz bir düşmana savaşmadan mağlup oluyoruz. 

İnsan ölür... Hiç akla gelmezken kaza geçirir, ölür. Umutsuz hastalıklardan biri teşhis edilmiştir. Bir mücadele başlar bazen iyiye bazen de kötüye gider ve insan ölür. Yakınları hiç istemese de hazırlar kendisini bu sona. 

Bu günlerde yaşadığımız kayıplar verdiğim bu örneklerden hiçbirine benzemediği gibi ne zaman sona ereceğini de net olarak bilmiyoruz. Sıradaki kişinin tanıdığımız insanlar arasındaki kişilerden hangisi olacağını bilmiyoruz. Hatta insan bazen o kişinin kendisi olabileceğini de bilip buna rağmen hayatın doğal akışında yaşamaya devam ediyor. Çünkü başka bir şansı zaten yok. Bir hafta önce markette karşılaşıp sohbet ettiğimiz. Ya da dükkanına gidip alışveriş yaptığımız insanları kaybettik. Babaları- anneleri kaybettik. Son bir yıldır virüsle yaşamaya yada virüsün can almasına alışmış olsakta. Sevelim ya da sevmeyelim tanıdığımız birinin ölümü karşısında, her akşam ekrandan gördüğümüz vefat sayısı sadece bir sayı olmaktan çıkar gözümüzde. 

Çaresizlik, kıyamet değil de nedir? Virüsün tahrip ettiği ciğerler solunum görevini daha fazla sürdüremiyor. Su altındaki bir insanın oksijen savaşına benzer bir savaştan sonra ölüyoruz. 

Aylan Kurdi gibi ve onlarca masum insan gibi. Boğularak ölüyoruz. İnternette virüs mücadelesi ve Aylan Kurdi'nin resimlerinin yan yana getirilmesinin doğru bir davranış olduğunu düşünmüyorum. İnsan, insan oluşunun kendisine kazandırdığı duygulardan dolayı mantığı bir kenara itip acaba demiyor da değil. Ancak bu dünyadaki tek ve ilk zulüm ne Aylan Kurdi idi ne de sonuncusu oldu. Ve hepsinde de, biz sonuna kadar insan olabilen canlılar, acı çektik.

Gördüğümüz o resim karşısında gözyaşlarına boğulup, boğazımın düğümlenmesine engel olamadık. 2015 yılında tüm dünya basınında yer alan 3 yaşında kıyıya vurmuş o cansız beden için içi yanmamış tek bir insan olduğunu düşünmüyorum. Sadece ve sadece bu sonucun sebebi olmuş insansı varlıklar hariç. İnsan olarak bir yerlerde bir yanlışımızın olduğu kesin. Ancak bu yanlışı bilerek ve isteyerek işlemedik. Üstelik o yavrunun cansız bedenini görüp buna neden olan o canavarlarla aynı dünyayı paylaşmak zorunda kalmak bizi de aynı zulmün mağdurları arasında bırakıyor. Neden biliyor musunuz? Çünkü bu dünya Aylan Kurdileri birileri çıkıp öldürsün ve diğerleri de aynı silahları kullanarak katilleri öldürsün diye var olmadı. Tek bir amaç var o da yaşam... Şayet böyle değilse, Tanrı virüsle falan daha fazla uğraştırmasın da kopsun artık şu kıyamet. Hiçbirimiz adaleti sağlamaya yemin etmiş kişilerin adaletsizliği karşısında silahlanarak bu zulmü durduramayız. Bunu yapmaya çalışmak yeni zulümleri doğurmaktan başka bir işe yaramaz. 

Aylan Kurdi ve onun gibi kayıplar bize virüs olarak geri dönmemiş olabilir. Ama kim bilir belki bizler virüsünden sonra biraz daha insan olmayı öğrenmiş olarak çıkarız bu savaştan ve masum ve savunmasız yavruların vatansız kalıp sonunun aynı olmaması için değişmiş oluruz. 

Mine Mulcar

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.