Ali...

Mine Mulcar

Ne güzel bir isimdir Ali; yüce, ulu, yüksek anlamında kullanılan bir isimdir. Ali, sadece ismiyle değil bu fotograftaki görüntüsüyle de Nazillililerin zihnine kazındı. Hürriyet caddesinde, topladığı karton kutular üzerine oturmuş akşam ayazına rağmen kitap okuyordu Ali. Elindeki kitapsa Kuran-ı Kerim'di. Belki saygı duyduğu ve yürekten bağlı olduğu dini için okuyordu. Belkide arapçadan başka bir dille yazılmış bir kitabı okumayı henüz bilmediği içindi. Cevap her ne olursa olsun Ali o akşam orada yorgun bedenine rağmen kitabını okuyordu. Belkide karnı açtı. (Ve muhtemelen açtı) kimseden bir şey istemeden, istese bile görmezden gelineceğini bildiğinden. Kimseyi rahatsız etmeden okuyordu çocuk. Benim dilimi düğümleyen sizin gözlerinizi buğulandıran savaş mağduru çocuk... Ülkesinde çıkan savaşın sorumlusu değildi. Bedelini en acı şekilde ödemek zorunda kalan binlerce çocuktan sadece biriydi.

Biz ebeveynler için nedir çocuk? 18 yaşını aşmış olsalar bile gözümüzde her daim çocukturlar. Ergenliğe adım attıkları dönemlerde bile, her zaman verdikleri kararları sorgularız. Bir şeyi doğru yapıp yapmadıklarını sürekli olarak kontrol ederiz. Bir taraftan özgüvenleri gelişsin, hayatın ne olduğunu anlasınlar isterken bir taraftan da onların göremedikleri bir çemberle ablokaya alır kontrolü elden hiç bırakmayız. Çünkü, onların canlarına zarar gelecek herhangi bir şey yaşamalarından korkarız. Öyle bir an geldiğindeyse zarar görmemeleri için hiç düşünmeden kendi canımızı vermeye hazır bekleriz. Onlar fark etmeseler bile pusuda bekliyor oluruz. Korumak ve kollamak için. Kimileri ise Ali gibi çocuk yaşta; açlıkla, çıplaklıkla, sevgisizlikle, sahip çıkılmıyor olmakla bir başına mücadele eder. Hayatın kendisine yüklediği sınavdan geçmeye çalışır. Peki ya bizler biz bu sınavdan geçebilecek miyiz? Ya da bu sınav yalnız Ali'nin sınavı mı?

Albert Einstein demiş ki; "Aptallara göre insanlar; ırk, cinsiyet, milliyet, yaş, statü, renk, din ve dil başta olmak üzere 8'den fazla kategoriye ayrılırlar. Halbuki olay bu kadar komplike değildir. İnsanlar sadece ikiye ayrılırlar: İyi insanlar ve kötü insanlar. 

83 milyon nüfuslu ülkemizin 2019 yılı kayıtlarına göre çocuk işçi sayısı 2 milyona dayanmış durumdaydı. Korona günlerinde 20 yaş altının sokağa çıkma yasayı yaşadığı günlerimizde kaçının evinde virüsten uzak yaşadığını düşünebiliriz ki. Çünkü bir ülkedeki çocuk işçi sayısı çaresizliğin en iyi anlatıldığı tablodur. Zaten mümkün olsaydı başka bir şansları olsaydı. Korona yokken de çalışmıyor okula gidiyor olurlardı. Sorun büyük çözüm ise ülke çapında alınacak yeni kararlar ve artık göz ardı ettiğimiz gerçeklerle yüzleşerek aşılabilir.

Ancak Ali'nin öyküsü bir çok çocuğumuzun öyküsünden biraz daha farklı. Babası Bursa'ya mevsimlik iş için gitmiş, annesi ise diğer kardeşleriyle birlikte Suriye'de, Ali kendisi ve kendisinden biraz daha büyük olan ağabeyi ile çöp konteynırlarından toplayabildikleri atıklar sayesinde bir başına çocuk bedenleriyle hayatta kalmaya çalışıyorlar. Çocuk, çocuktur.Suriyelisi, Türk'ü olmaz. Çünkü onların o küçücük bedenlerine, o küçücük yüreklerine bu denli sorumlulukları yükleyip hayatın yükünü tek başına sırtlayacaksın diyemeyiz. Çünkü o beden bu kahrolası dünyaya kendi iradesiyle gelmedi. Bugün yaşamak zorunda olduğu hayat için onlarca kişiyi suçlayabiliriz. Devletler, azınlıklar, din tüccarları, savaşlardan nemalananlar, siyasi çıkar peşinde koşanlar, ebeveynleri... Ve daha bir çok kişiyi suçlayabiliriz, ama Ali'yi suçlayamayız. Hayatta kalma mücadelesine seyirci kalamayız, kalırsak kendi insanlığımızdan şüphe etmekle kalmayıp, git gide kaybettiğimizle yüzleşmek zorunda kalırız.

Ali ve Ali gibi çocukları görmezden geldiğimiz her gün içinde bolca nefret taşıyan insanlar haline geliriz. Çünkü kimse bu duyguyla doğmaz. Sevgisizlik, yok sayılmak, hayattaki varlığının fark edilmemesi, küçük yaşlarda büyük ve acı sorumluluklar yüklenmesi. Daha onun hayatla ilgili beklentileri karşılanmamışken hayatın ondan bir şeyler beklemesi gibi sebepler nefreti, öfkeyi doğdurur. Oysa doğmak dünya üzerindeki en saf varlık olmaktır. Bir çocuk düşünün ki, yanağından hiç öpülmemiş olsun. Gözündeki yaşı silinmemiş elleri hiç tutulmamış. Ve kendisine seni seviyorum denmeden büyümüş olsun. O çocukla hayatınız hiç mi kesişmeyecek? Bir gece vakti otobüsten inip evinize doğru giderken dar ve karanlık bir sokakta burun buruna gelip kendisini fark edince, iki adım geriye kaçtığımız insanlar, işte bugün sokakları mesken tutan, yaşamak için acımasız olmaktan başka bir çaresi olmadığına inandırılan çocuklardır.

Mine Mulcar

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.