Türkiye’de siyasi parti, bilhassa 2002’den sonraki dönemde liderin bir nevi mülkü olarak görülmüştür. Sosyal bir ideoloji, siyasi bir felsefeden ziyade tepki üzerine bina edilmiştir. Savunulan bir düşünceden ziyade mücadele edilen bir toplum esas olmuştur.
Şahısların parti seçimlerinde de, çok defa, siyasi tercihten fazla, hissi tepkilerle, menfaat hesabı hakim olmuştur. Parti, bir nevi menfaat şirketi olarak görülmüş, iktidarın ele geçirilmesinden sonra imkanların hissedarlar arasında paylaşılması iddiaları ileri sürülmüştür.
3 Kasım 2002 seçimlerinden sonra bakanlıklar koridorları ile parlamentoyu dolduran binlerce insan “Onlarca sene mahkum kaldık; 80 yıllık karanlığa son vermeye ve hakkımızı almaya geldik” demekte beis görmemişlerdir.
Yine aynı hesap ve düşünce iledir ki iktidar değişikliğinde insan seli adres değiştirmekte bir rahatsızlık duymamaktadır.
Anavatan Partisi iktidarda iken genel merkezi dolduran insanları daha sonra AK Parti Genel Merkezi'ne taşınırken çok görmüşümdür. Veya milli görüş gömleği giymiş ve o zamanda Saadet Partisi iktidarda iken genel merkezi dolduran insanlar daha sonra AK Parti Genel Merkezi'ne taşınmasının örneklerini veya bir başka benzerlerini çok görmüşümdür. Demokrasinin önemli zaafı da burada yatmaktadır.
Bir partinin teşkilat ve milletvekilleri genel başkana ters düşmemeye itina gösterir. Zira her kademedeki insanın nihai hedefi seçilmektir. Aday olabilmenin anahtarı ise, ön seçim veya merkez yoklaması ile olsun, genel başkanın elindedir. Bu anahtar, parti menfaati için değil, sadece genel başkanın otoritesi için kullanılır. Sistem parti içi görüş ayrılıklarını, hatta fikir hürriyetini önlemekte, mutlak hakimiyet liderin elinde bulunmaktadır. Partilerin bazen bölünmesi, parçalanmasının sebebi bu sınırsız hakimiyettir.
Milletvekili, seçildiği andan itibaren yeniden seçilebilmeyi düşünür, hesabını yapar. Hatta bu hesabı zorlayanlar arasında seçilme şansı daha yüksek partiye kayanlar, saf değiştirenler görülür. Parti disiplini, delege seçiminden kongrelerine, parti gurubuna hakim olur. Mekanizma tümüyle demokrasinin inkarıdır. En acısı Milletvekilinin grup çalışmaları ve mecliste fikir üreten, temsil ettiği insanların görüş ve bekleyişlerini dile getiren, milli iradenin temsilcisi olmaktan ziyade parmakla, oy değeri ile görülmesidir. Bu bizim sistemimize has garip ve incitici bir uygulamadır. Milletvekilinin mekanizma içinde bir rol ve sözü yoktur. Aşırı disiplinin meydana getirdiği tıkanıklığı,liderlerin seçim yoluyla değişmezliğini aşabilmek düşüncesiyle 1980 sonrası siyasi partiler kanununda değişiklikler yapılmış, tedbir alınmıştır. Ancak bunlar daha sonra, büyük ölçüde, eski haline dönmüş ve beklenen netice alınamamıştır. Bu disipline ilaveten iktidarlar Milletvekillerine gece yarısı çıkan kanunlarla tanınan imkanları artırarak, daha cazip ve vazgeçilmesi zor hale getirirler.
Kulislerde konuşulurken, "Ben de sizin gibi düşünüyor, görüşlerinizi paylaşıyorum. Ancak bu hayat tarzına alıştım, vazgeçemiyorum” gibi samimi itiraflarda bulunurlar.
Hep düşünmüşümdür. Biz de kulis insanı ile genel kurul-grup ve meclis insanı aynı olsa Türkiye’de çok şey değişir; demokrasimiz kazanır. Ama bir türlü olamıyor maalesef!
Grup toplantısı gündemini liderler işgal eder, kimseye söz hakkı bırakmazdı. Cesur biri çıkarsa liderin gözüne girmek isteyenler üstüne yürür, sustururdu. Liderin gözüne girmek uğruna çok defa demokrasinin gözü patlatılmıştır.
Liderler, bu sistemi değiştirecek, kendi sultasını hafifletebilecek güçte insanların değil, disipline ve biat olmaya uyacak kimselerin aday listelerinde yer almalarını özen gösterirler. Yanlışlıkla veya kendilerini aşarak gelenleri de yaşatmamak, etkisiz hale getirmek için her yol ve tedbire başvurulur.
Siyasi liderlerimiz, az istisna ile, bel kemiği sağlam omurgalı insanları yakınında görmek istemez, ışık veren kaynağı sevmezler, çünkü gölge yapar. Bu acı ve acıklı tespitlerin radikal tedbirleri de yoktur. Bunlar, genç bir demokrasinin, biraz da toplumdan gelme hastalıklarıdır. Toplumun eğitim ve ekonomik güç seviyesine bağlıdır, zaman alacaktır.