17Aralık depreminden beri mümkün olduğu kadar konulara çok değişik açılardan bakarak öğrenmeye ve öğrendiklerimi de sizlerle paylaşmaya çalışıyorum. Şimdi sizlerle paylaşacaklarımda çok ilginç.. Bakalım siz ilginç bulacak mısınız?
2008 yılının 30 Ocak ve 1 Şubat tarihleri arasındaki dört gün içinde, dünyanın beş ayrı köşesinde fiber optik kablolar, kazaen gemilere takılıp koparılmışlar.
Bu olaydan sonra, Mısır, Suudi Arabistan, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri, Kuveyt, Bahreyn, Pakistan ve Hindistan’ı etkileyen ki Türkiye’yi de etkilediği söyleniyor, Basra Körfezi ülkelerinde, Kuzey Afrika ülkelerinde internet ve telefon hatlarında büyük sorunlar yaşadı.
İran’da internet sistemi çökmüş, Asya ülkelerinin İran’la bankacılık işlemleri durmuş, sadece iki ülke bu ‘kaza’lardan etkilenmemişti.
Bunlar da İsrail ve Irak’tı.
Bu sırada olayın vahametini ortay koyan son derece tehlikeli bir karşı hareket gerçekleşmişti. Rusya, Kutup ve Atlantik’teki fiber optik kabloları korumak amacıyla hava kuvvetlerini harekete geçirmişti. Stratejik bombalarla yüklü uçakları, 2 Tu-16, sekiz TU-22 bombardıman uçağı, Mig-31’ler ve Su-27’ler bu bölgelere nakledilmişti.
Aylardır, dünya, ABD Ulusal Güvenlik Ajansı’nın (NSA) bütün dünyayı nasıl dinlediğine yönelik büyük skandalı tartışırken, sanırım bu skandalla en az ilgilenen ülkelerden biri de Türkiye olmuştur.
Oysa müttefikleri bile düşman yapacak ölçüde bir kriz yaşanırken!
Bir güç, merkez, ya da odak, tüm gezegeni avucunun içine almaya çalışıyordu.
Bireylerin, şirketlerin, devletlerin güvenliğini yok edecek ölçüde bir küresel tehditle karşı karşıyayken, sadece devletler, siyasiler değil, liderler, şirketler, medya organları, çokuluslu toplantılar, Birleşmiş Milletler’in organize ettiği büyük ölçekli oturumlar hatta G-20 zirveleri dinleniyordu.
Bir derin istihbarat yapısı, gezegeni kontrol altına almış, başka bir güce dönüşmüş, devletleri ve uluslararası sistemi bir kenara itmiş, dünyayı yönetir hale gelmişti. Bu bilgi gücünü elinde bulunduranlar, ülkelere, liderlere, şirketlere istedikleri her türlü şeyi yaptıracak güçteydi.
Almanya, Fransa, İspanya gibi Avrupa ülkeleri ABD’ye hesap sormaya çalışıyor, aldıkları cevap şu oluyordu:
‘Sizin üzerinizden savaş bölgelerindeki terör gruplarını izliyoruz!’
Asya’dan Latin Amerika’ya kadar müthiş bir öfke vardı ama herkes susup yutkunuyordu.
90 diplomatik misyon üzerinden dinleme yapılıyor, 40’a yakın dünya lideri dinleniyordu. Kanada, Avustralya, İngiltere, İsrail, Tayland, Burma, Malezya, Endonezya, Kamboçya elçiliklerinde dinleme istasyonları vardı. Mesela Asya istihbaratı Avustralya ve Tayland’dan organize ediliyordu.
Türkiye’de konuyla ilgili müthiş bir ‘karartma’ uygulanıyordu.
Bu yapı, hiçbir şekilde ‘yerli’ bir gücün meydan okuması değildi.
Türkiye bu işin neresindeydi? Türkiye’nin liderleri, şirketleri, kamu kurumları, stratejik birimleri, askeri yönetimi nasıl ve kimler tarafından dinleniyordu?
ABD’nin Ankara Büyükelçiliği’nde, İstanbul’da ki diplomatik misyonunda da diğer ülkelerdeki gibi dinleme istasyonu, operasyon merkezi var mıydı?
Bu soruları hep sorduk ama cevabı yoktu.
O zamanlar, ‘Başbakan'ın ofisine kim böcek koydu?’ sorusunun cevabını bulanların, küresel dinleme operasyonunun Türkiye ayağını ortaya çıkaracağını, sonuçlarının sarsıcı olacağını söylemiştik.
17 Aralık’tan bu yana yaşananlar, hepimizin gözlerimizi açmasına sebep olmalı!
Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı’na (TİB) paralel fiber hat döşeyen, onlarca ilden dinleme yapan, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin sırlarını klonlayan, emniyet ve yargı başta olmak üzere devletin bütün birimlerinde yuvalanan, elindekini darbe yapacak ölçüde şantaj olarak kullanabilen, dinlemeleri ‘biz yasadışı hareketleri izliyoruz’ bahanesiyle savunabilen, ‘devlet’ dediğimiz iktidar alanını bir tarafa itip, o malum küresel güç adına korsan ‘devlet kuran’ bir yapıyla karşı karşıyayız.
Türkiye, bu tehlikenin ne kadar farkında, emin değilim. Ama kesinlikle Türkiye içi bir iktidar hesaplaşmasının çok ötesinde bir düşman, bu milletin karşısına dikildi.
AK Parti-Cemaat çatışmasıyla sınırlı değil bu durum. Birileri, küresel iktidar adına Türkiye için bir ihale almış, yıllardır onların koruması altında bu çalışmaları yürütmüş, gelen bir işaretle harekete geçmiştir.
Dünyayı kasıp kavuran NSA skandalının Türkiye ayağı AK Parti-Cemaat çatışmasıyla deşifre olmuştur. Yıllardır devam eden bu küresel hazırlığın ilk operasyonu belki de bugün Türkiye’de yürütülüyor.
Bu vahim durumun yeterince anlaşılabildiği kanaatinde değilim. Bu yüzden de, önümüzdeki dönemde çok daha çarpıcı gelişmelere hazırlıklı olmayı öneriyorum. Sadece hükümete darbeyle sınırlı değil, bu karanlık merkezin yepyeni bir Türkiye projesiyle karşı karşıyayız.
Sadece AK Parti değil, her birey, her siyasi parti, her şirket, her STK, tehdit altındadır. Büyük bir ihanetle yüz yüze Türkiye!
NSA operasyonunun arkasındaki güç kimse, AK Parti-Cemaat çatışmasının arkasında da, darbe girişiminin arkasında da, siyasi ve ekonomik dizayn projesinin arkasında da o var.
Bugün bu kalkışmayı canhıraş bir şekilde savunanlar, bu ülkeye ya da birçok kişi ve kuruma zarar verebilir. Başarılı gibi de görünebilirler. Ama yarın, er ya da geç bu ihanetin figüranları olduğu ortaya çıkacak ve çok ağır bir bedel ödeyeceklerdir. Bu millet bu bedeli ödetecektir.
Evet, NSA’nın küresel ölçekte istihbarat operasyonunun, Türkiye ayağı deşifre olmuştur ve tahminim savaş bundan sonra bu eksende devam edecektir.
Büyük bir bölümünü Yeni Şafak Gazetesi yazarı İbrahim Karagül’ün yazısından alıntı yaptığım bu yazıdan da anladığım kadarıyla, yaşanan olaylar birilerinin sevineceği olaylar olmayıp, gerçekleri görmemiz ve ülkelerin içine sızan uluslar arası güce karşı, önlem almamız gereken olaylardır.
Not: Bu yazıyı paylaşmamın arkasında birilerinin aldığı iddia edilen rüşvetin, yapıldığı iddia edilen yolsuzluğun örtülmesi, ya da kapatılma gayreti yoktur. Adalet er geç hepimize lazım olacağından, suçun, sübutu halinde, suçluların cezalarını çekmeleri en büyük isteğimdir. Kimsenin şüphesi olmasın. Ama bu küresel gücün önüne geçmek, oyunlarını bozmak, iktidarın da, muhalefetin de, şahısların da, şirketlerin de, sivil toplum kuruluşlarının da görevidir. Çünkü şu ya da bu şekilde, ülkelerin içine sızıp, iktidarları düşürmeye çalışanlar, yenilerini kurmaya çalışanların da dostları olmayacaklardır. Onları ilgilendiren, zannederim sadece, sömürülerini sürekli kılmaktır.
Saygılarımla.