NE GÜZELMİŞSİN ÇOCUKLUĞUM

Mehmet KIZILASLAN

Babam beni, samimi arkadaşı ve de müşterisi çavuş amcanın dükkânına ayakkabı almak için göndermişti. Çavuş amca beni kapıda karşıladı.

-Gel benim çakır gözlü oğlum.

-Çavuş amca beni babam gönderdi.

- Biliyorum gel. Bu arada ayaklarıma bakıyordu çavuş amcam. Cebimde para yoktu ama babam beni ona, kendim için ayakkabı almaya göndermişti.

-Çavuş amca babam dedi ki, bana hem güzelinden, hem sağlamından, hem de..

-Hem ucuz, hem de iyisinden,  bir ayakkabı vermemi söyledi. Değil mi diye sözümü keserek kendisi devam ediyordu.  Sap sarı saçlarımı, tombul yanakları okşayarak, yorgun gözleriyle gözlerimin içine bakarak benim rahatlamam için gülümsüyordu.

Biliyordu parasız geldiğimi. Biliyordu benim bu yüzden sıkıldığımı, üzgün olduğumu. Benimle konuşarak rahatlatacak ve bana babamın istediği özelliklerde bir ayak kabı seçecek ve gönderecek ti.

-Derslerin nasıl Mehmet’ im.

-Çok iyi çavuş amca. Dedim. En güçlü, en dirençli yanımdı derslerim. Oda biliyordu çok çalışkan olduğumu onun için, benim en güçlü yanımdan sorular sorarak, eğik olan başımı kaldırmaya çalışıyordu.

Benim gözlerimin ışıldamaya başladığını kendime güvenimin geldiğini anladığında; Hadi bakalım genç ayakkabıların olduğu bölüme gidelim. Dedi. Elimden tut tu.

O bölümde oğlu vardı adı hatırladığım kadar, Mustafa abi idi.

Oğluna seslenerek, Bak Mehmet’im geldi. Ona güzel, sağlam, ucuz ve iyi  bir ayakkabı seçin bakalım. Dedi

-Baba hepsi bir arada olmaz ki bu özelliklerin,

-Hepsi bir arada olacak ve Mehmet’ime yakışacak.

-Tamam baba biz seçelim, ama sende yardımcı olur musun? Dedi. Mustafa abi.

Birkaç dakika sonra ayakkabıyı seçtik eski ayakkabılarımı, bir sarı kese kağıdına koydular elime verdiler beni birer kez daha yanaklarımdan öperek babamın dükkanına gönderdiler.

-Babana selam söyle, dedi her ikisi de

-Tamam söylerim Aleyküm Selam. Dedim.

Topuklarım popoma değecek şekilde koşarak yukarı pazardan, aşağı pazara koşarak indim.

Belediye meydanında Severoğullarının, dükkanın da kiracıydık. Babamın berber dükkanı vardı. Babam çok yoğun çalışan ve çok müşterisi olan bir berberdi.

Sekiz köşe kasketi hiç olmadı. İki yanı açık olan, saçlarını taramasını severdi. En büyük zevki; Abimi sağına, beni soluna alıp, kendisi yarım adım önde, düzgün yürüyerek akşamlarda yada sabahları,  beraber yürümeyi şok severdi.

O beraber yürüyüşümüz, övünmek gibiydi babam için, gururlanmasıydı bizimle. Tabi î ki bizde zevk alıyorduk onunla yürümekten.

Bir yandan bizleri okutuyor, diğer yandan kerpiç ten çakma dediğimiz bu gün bile depremlere dayanıklı evler yapıyordu bizler için.

Hiçbir zaman bir kenarda, birikmişi olmadı. Her çabası çocukları içindi. Gecenin ikilerine kadar müşterilerinin kılıyla tüyüyle uğraşıyordu.

Dönelim benim ayakkabıma. Babamın dükkânına geldiğimde, babamın berber koltuğunda sakal tıraşı bitmek üzere olan, Mehmet Horasan amca vardı. Çok sevinmiştim. Mehmet amcanın tıraşı bitince sırtındaki saçları fırçayla temizlediğimde, bana 25 kuruş şerbetlik veriyordu. Birde babamın dükkânına giren dört gazeteden her birinde ki köşe yazılarını bana okutuyorlardı. Okumayı seviyordum da kekelediğimde ve eee dediğimde, Mehmet amcam, babamın bana kızmasını engelliyordu.

Çifte sevinç vardı bende, Mehmet amcamın, zamanına göre, iki ya da dört, köşe yazısı okuyacağım, 25 kuruşu da cebime koyacağım ve eve yeni ayakkabılarımla gideceğim.

O gün Mehmet amcamın vakti azdı iki köşe yazısı okudum. İki kez de, kekeledim. Babam bana kızgınlığını elindeki makası haddinden fazla şakırdattığında, ben anlamıştım kızdığını ama bu kez laf söyleyememişti.

Mehmet amcayla birlikte çıktık kapıdan, ben eve yine aynı sevinçle koşarak gittim.

Daha önemli gündem varken neden böyle ıvırzıvırla uğraşıyorsun? Diyenlere kızmıyorum, ben görevimi her zaman yapıyorum.  Yapmayanlar düşünsün.

Ne güzelmiş o günler. Ne güzelmişsin çocukluğum.

Şimdi beni böylesi sevindiren hiç bir şey kalmadı.

Düşüncelerim bana zarar veriyor. Ömrüme ters orantılı düşüncelerim.

Umutların tükendiği, toplumun sustuğu, konuşamadığı, halkın oynamaya başladığı yerdeyim. Daha ne anlatabilirim ki?