17 Nisan 1957 tarihli New York Times'a göz atarken bir makale onun dikkatini çekmişti. Makale Hong Kong'da büyük bir grip salgını olduğunu, hastane kuyruklarında annelerin "camsı gözlü" çocuklarını tedavi ettirmek için beklediklerini yazıyordu.
Ayrıca bölgede 250 bin kişinin gribal enfeksiyon sebebiyle tedavi edildiğini okuyunca bunun bir salgın olabileceğini öngördü. Salgın Birleşik Devletler'e sıçradığında önlem alınmazsa toplu ölümlere sebep olabileceğini düşündü. Bir gün sonra Japonya'daki ordu tıp laboratuvarına telgraf çekerek bilgi istedi. Laboratuvar görevlisi hastalanan bir personelin tükürük örneğini gönderebileceğini söyleyince memnuniyetini belirtti.
Mevcut virüs örnekleriyle yeni gelen örneği karşılaştırdığında virüsün değişim gösterdiğini keşfetti. Ayrıca diğer sağlık örgütlerini tespitlerini onaylamaları için bilgilendirdi. Gelen cevaplarda bu virüse sadece 1890 yılındaki Rus gribini atlatıp hayatta kalanların bağışık olduğu yazmaktaydı. Etkenin yeni bir mutant olduğunu anlayınca edindiği tüm bilgileri derleyerek aşı üretmek için şirketleri ikna etmeyi başardı ve yorucu çalışmalar sonucu eylül ayı girdiğinde 40 milyon aşı hazırlanmıştı. Aşılamalar yapıldı, adı sonradan "Asya Gribi" olarak isimlendirilecek bu salgın Birleşik Devletler'de 70 bin, dünyada 4 milyon civarı ölüme sebep olmuştu. Aşı olmasaydı bu sayıların onlarca hatta yüzlerce kat fazla olacağını iddia edenler oldu. 1918'deki İspanyol gribinde dünyada 50 milyona yakın insanın öldüğünü düşünürsek haklı olduklarını kabul edebiliriz.
Bahsettiğimiz kişinin gerçek bir kahraman olduğu belli. Ancak ismini acaba kaçımız biliyoruz?
Evet bahsettiğimiz gerçek kahramanımız ABD'li mikrobiyolog Maurice Hilleman'dı. Şu an kullanılan on dört aşının sekizinin mucididir. Kızamık, kabakulak, hepatit A, hepatit B, suçiçeği, menenjit, pnömoni ve inflüenza aşılarını keşfetmiş ve insanlığın kullanımına sunmuştur. Bulduğu aşıların hiçbirine ismini koymayacak kadar mütevazi bir kahramandır kendisi.
Tarihe baktığımızda "bazı" kahramanların ünü öldürdükleri insan sayısından geliyor.
Tarihçiler yaşadığı dönemde Cengiz Han'ın yaklaşık 40 milyon insanı katlettiğini belirtirler. Sadece Harzemşah'lara karşı savaşta 1 milyon 300 bin insanı öldürmüştür(1). Mao Zedong, 40 milyon (2), Adolf Hitler sadece Yahudi Soykırımında 6,2 milyon insanı katletmiştir(3). Şöhretleri günümüze ulaşmış ve hayli hayrana sahiptirler.
Peki sizin kahramanınız ne türden, can alanlardan mı yoksa yaşatmaya çalışanlardan mı?
Şimdi biraz da ünü olmayan bizim kahramanlarımızdan ve onların sahici sorunlarından bahsedelim.
Geçmişimizden gelen algılarımız bizi, kavga - savaş - kurtarıcı temelli öykülerle beslediği için kahraman denince gözümüzün önüne silahlı, sert bakışlı, mağrur bir erkek karakteri beliriverir. Başrollerin olmazsa olmazıdır. Kolay öfkelenen, yüksek perdeden bağıran ve yargılamadan asıp kesen tipler. Doktor, diş hekimi, eczacı, hemşire, teknisyen veya hasta bakıcı denince akla güçsüz ve ikinci sınıf bir rol biçilir sağlıkçılara. Yeşilçam'ın en çok dayak yiyen aktörü Merhum Yadigar Ejder rol icabı yerdi dayağı ama alkışı ve ücretini de alırdı. Ancak biz sağlıkçılar yediğimiz sahici dayaktan gördüğümüz çeşitli şiddetten ne yazık ki bir ücret alamıyoruz. Arkamızda bizi koruyup kollayan bir irade hissetmiyoruz. Aslında bu dram filmi uzun zaman önce başladı. Özellikle son yıllarda siyasi irade sağlıkçıları ve özellikle hekimleri itip kaktıkça kamuoyu desteğinin arttığını keşfetmişti. Sanki iki binli yıllara kadar ki sağlık sistemi sorunlarının tek sorumlusu hekimlermiş gibi. Filmin finale yakın aksiyon sahnesi Keçiören Eğitim ve Araştırma Hastanesi acilinde çekildi. Filmin kahramanları ameliyathane kapısının arkasına barikat kurup canlarını kurtarmak için bedenlerini siper eden sağlık çalışanlarımızdı. Temennimiz filmin, finalde "mutlu son" la bitmesi, kahramanların yaşaması ve yaşatma çabalarına devam etmesidir.
Sağlık Sen'in 2013 yılında yaptığı "sağlıkta şiddet" araştırmasında meslek hayatı boyunca en az bir kez herhangi bir şiddet türüne maruz kalma oranı yüzde 86.8, son bir yıl içinde herhangi bir şiddete maruz kalma oranının ise yüzde 81,4 olduğu sonucu siyasi iradenin ilgisini çekmiş olacak ki Nisan 2020'de yürürlüğe giren sağlıkta şiddetin önlenmesine dair kanunda "Verilen hapis cezalarının ertelenemeyeceği, tutuklu yargılama süreci ve mevcut cezaların yarı oranda arttırılması" hükümlerini kanunlaştırmıştır. (4) "Hapis cezasının ertelenmesi hükümleri uygulanmaz” hükmü kanunun en caydırıcı yaptırımıdır. Ancak pratikte uygulanıp uygulanmayacağı merak konusudur.
Genel olarak sağlıkta şiddetin kaynağı, gelenekçi yapılarından uzaklaşmış, yapısal olarak kültürlerinden kaymış veya farklı bir topluma uyum sağlamaya çalışan kişilerde; değersizlik hissi, topluma yabancılaşma ve kurallara karşı dirençli kişiliklerden kaynaklanır.(5)
ABD kaynaklı bir araştırmada salgın döneminde hekimlerin üçte biri bitme ve tükenme sendromu yaşamaktadır. Bu bilgi çökmeye başlayan bir sağlık sistemini işaret etmektedir. Türkiye'de bu oranların daha iyimser olduğunu düşünmek mümkün değildir. Hâl bu iken iktidar ortağından" Tabipler Birliği'nin kapatılması ve yöneticilerinin yargılanması" talebinin gelmesi ancak çöküşü hızlandıracaktır.
Bir an önce şiddetin her türlüsünü önleyecek kapsamlı bir eğitim programı oluşturup eğitim sistemimize entegre etmemiz gerekmektedir. Acilen sağlıkta şiddeti önleyici daha caydırıcı hukuki düzenlemeler yapılmalı ve kamu spotlarıyla sağlık çalışanlarının özverilerinin vurgulanması gerekmektedir. Şiddete maruz kalan sağlık personeline gereken psikolojik ve hukuki desteğin sağlanması şarttır. Sağlık çalışanlarının şiddeti önleme ve bu yönde duygu ve davranışlarını yönetme konusunda hizmet içi eğitimlerle bilgilendirilmesi, sağlık kurumlarında fiziki yapı ve donanımla ilgili gerekli iyileştirilmelerin yapılması, uzun nöbetlerin kaldırılması ve hasta psikolojisi ve rehberlik eğitimleri verilmesi elzemdir.
Bu dünyanın daha fazla eli kanlı ve sopalı kahramanlara ihtiyacı yoktur. İhtiyacımız olan, her alandan anaç ruhlu, barışçı, onarıcı, iyileştirici, şifaya vesile olan ve yüreği sevgi ve merhamet dolu "sıradan" insanlardır. Unutmayalım bizim hikayemiz Şeyh Edebali'nin "Ey oğul, insanı yaşat ki devlet yaşasın" nasihatiyle başlamıştı.
An itibariyle savrulduğumuz noktayı göstermek için geçtiğimiz günlerde yaşanılan bir olayla yazımı sonlandırıyor ve sizi düşünmeye davet ediyorum.
İzmir Karabağlar'da aile hekimliği yapan Dr. Murat Ceyhan 16 Eylül saat 14.00 civarı mesai saati içinde kalp krizi geçirdi. Doktor arkadaşları O'nu hayata döndürmek için çabalarken dışarıda sıra bekleyen, durumdan da haberdar olan merhum Dr. Murat Bey'in bir hastası klinik girişinde çalışan görevliye şu soruyu sordu:
"Bize başka bir doktor bakamaz mı?"