ÖNCE UMUT

Dr. Yalçın CAN

Siyaset bilimciler siyasi tercihlerin duygular üstünden şekillendiğini, ardından bu tercihi aklımızın dayanaklarla desteklediğini yani kılıfına uydurduğunu söylerler.

Bunu bilen siyasetçiler propagandalarını duygu temelinden hazırlıyorlar. Şu sıralar en revaçta duygu korku. Trump, göçmen korkusunu sözde kullanıp Meksika sınırına duvar örmeyi vaat ediyor. Sanki bahçeye çit çekiyor, bitirim müteahhit. İngiltere, muhafazakar siyasetçilerin körüklediği göçmen korkusu yüzünden Avrupa Birliğinden çıkıyor. Bizde de korku siyasetinin getirisi iyi gözüküyor. Beka, herkes bize düşman, ‘’diz çöktüremeyeceksiniz’’ ve ‘’bölemeyeceksiniz’’, gibi söylemlerin alıcısı pek çok.

Siyasetçiler için söylem korku üstünden olunca umudun yeşereceği iklim de oluşmuyor. Siyasetçilerimiz iktidar uğruna korkuları kullanıyor, sonuçta psikolojik olarak kimimiz duvarlar örüyor çevresine, ve kimimiz de kuyu kazıyor bulunduğu zemine. Tecrit, savunma, zihinsel izolasyon, ve güvenlik politikaları gırla gidiyor.

Gerçekte, demokratik kurumları, yüz yıllık bir cumhuriyet deneyimiyle ve dünyanın on büyük ordusundan birine sahip bir ülkenin kaygı bozukluğu hastalığına bulaştırılıp zamanını ve enerjisinin boşa harcatılması çok acı. 
Hatırlayalım, 23 Nisan 1920’de büyüklerimiz ‘’Egemenlik kayıtsız şartsız Milletindir’’ dediğinde şartlar bugün ile karşılaştırılamayacak derecede zordu. Vizyon sahibi kahramanlar kısıtlı kaynaklara aldırış etmedi. İtiraz ettiler, şartları hiçe saydılar ve umut ettiler.

Umutsuzluğa gerek yok.

Her seçim kocaman bir umuttur. Şayet seçenekler, iyi değerlendirilebilirseler türlü problemin üstesinden gelinebilir. Yeter ki işi ehline vermeye niyet edelim. Bu yönde irade ve aklımızı kullanalım. Özellikle de mevcut yoksullukların kaderimiz olmadığını bilelim. Beklentiler gittikçe derinleşiyor. Kırılmalar artıyor. Toplumun bütün kesimleri huzursuz. Ancak girilen bu karanlık tünelin uzamaması için üstümüze düşen görevi yerine getirmeliyiz. Umudumuz yeni umutları besleyecektir. Yeni umutlar da insanımızın ve ülkemizin düze çıkmasına vesile olacaktır.

Nereden mi başlayalım?

Millet egemenliğinin anahtarı oy kullanmak. Teoride millet bu hakkını vekilleri aracılığıyla yasama organı yani Meclis’e verir. Anayasamızla da egemenlik hakkı; yasama, yürütme ve yargıya pay edilir. Birbirlerini denetlesin, her şey bir düzen içinde işlesin ve hak ihlalleri olmasın diye.

Cumhuriyet tarihinde uygulamada işler istediğimiz gibi yürümedi. Kimi zaman hassas dengenin bürokrasi-asker ya da yargı tarafı ağır geldi ve kimi zaman da yürütme makamının kontrolsüz gücünü hissettik. Terazinin kefesini bir türlü dengede tutamadık.

Demokrasi tarihimizin tüm günahlarının siyasilere kesilmesi ve siyasilerin de toplumsal sorunları çözmede yetersizliği, siyasete olan güveni sarsmış vaziyette. Toplumun neredeyse dörtte biri demokrasiden umudunu kesmiş gözüküyor.

Günümüz Türkiye’sinde yürürlükte olan başkanlık sistemini tarif edecek ilmi bilgiye sahip olmasam da denenmesini olumlu bulmuştum. Sonucun vehametini hepimiz gördük. Tek seçenek; toplumun rızasını almış,  yerel yönetimlerin ve milletvekillerinin söz sahibi olduğu, sorunların yerinde çözüldüğü güçlendirilmiş parlamenter demokrasi olduğunu kabul etmeliyiz. 

Umut için oy kullanmak şart, sıra tercihe geldiğinde dikkatli olmalıyız. Nerdeyse iki yıldır havada uçan yerli ve milli uçaktan, kaçan roketten ve sabah namazını Emevi Camii’inde kılmayı vaat edenlerden sıkıldık artık. Osmanlı yedi düvele meydan okuduğu için güçlü değildi. Güçlü olduğu için meydan okuyabiliyordu. Orta doğunun lideri, Kafkasların abisi ve Balkanların hamisi olmak için önce evimizin önünü temizleyelim. Sınırlarımız içinde doğan ve yaşayan insanlarımızın yaralarını saralım, karınlarını doyuralım ve gelecek için umut verelim.   

Kim çıkar cesurca; tarım, turizm, maden ve beton bizi doyurmaz, ayrıca doğayı ve tarihi bu kadar bozmaya hakkımız yok der; katma değeri yüksek üretim, eğitim, teknoloji transferi, depreme hazırlık, gelişmiş ekonomilerle işbirliği, yabancı sermaye yatırımları, ifade özgürlüğü, eşitlik, sanat ve iyi ilişkiler ağından bahsederse onun yanında olmalıyız.

Dünyayı ve geleceği okuyabilen, ülke şartlarını bilen, mantıklı ve uzlaşmacı siyasetçileri bulmak ve cesaret vermek mecburiyetindeyiz. Biraz kafa yorup araştırarak nitelikli ve ‘’niyeti halis’’ siyasete yol açmalıyız. Oy kullanmayacağım demek özgürlükten, gelecekten ve tercih hakkından vazgeçmek demek. Oy kullanmak geleceğimizin anahtarı. Karar sizin.

İki seçeneğimiz var.

Ya kötü yönetildiği için topraklarından petrol ve altın fışkırdığı halde % 9500 enflasyonla sefaletin içine batmış Venezuela olacağız.

Ya da kıt olanaklarına rağmen eğitime ve insana yaptığı yatırımlarla 20-30 yılda dünyanın gıpta ile baktığı Güney Kore ya da Finlandiya gibi bir hikayemiz olacak.

Ya gençlerimiz Avrupa’nın yetişmiş köleleri olacak ya da doğdukları topraklara değer katan, vatanına hizmet etmekten gurur duyan ve başı dik bireyler olacak.

Şikayet etmeyi bırakıp geleceğimizin inşasına bugün başlayalım. Toplumsal mutabakatı sağlama iddiası olan siyasetçiler ön plana çıkmak zorunda.

Siyaset ‘’siyaset üstü’’ uzun vadeli kararlar almalı, Dünya’da kabul görmüş önerilen yapısal reformları yapmalıdır. Bu reformların belki bize getirisi olmayacak ancak çocuklarımız bizi hayırla yad edecektir. Önümüzde örnek alabileceğimiz ve umutlanacağımız çok güzel hikayelerimiz var. Umut bize yeni bir dünya vaat eder, yeter ki biz ona gerçeği verelim.

İhtiyacımız olan biraz cesaret ve umut.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.