Sayın Havadis Gazetesi okurları,
Geçen yazımızda Nazilli’nin tarihinden bahsederken sosyal ve ekonomik yapısına biraz değinmiştik. Bu yazımızda ise bu konuya detaylı olarak değineceğiz.
Daha önce belirttiğimiz gibi Nazilli şehri 1800’lü yılların ikinci yarısından sonra kaza statüsü kazanmış, yani günümüzdeki karşılığı ile ilçe haline gelmişti. Şehir Aşağı Nazilli olarak bilinen asıl Nazilli ve Pazarköy ismini taşıyan Yukarı Nazilli olmak üzere ikiye ayrılıyordu. 1881 tarihinde Aydın Demiryolunun yakınından geçmesiyle Pazarköy bölgesi büyüyerek gelişti ve büyüdü. Bu tarihte Nazilli, demiryolu ile Aydın’a bir saat uzaklıkta olup, kara yolu ile yapılacak bir yolculuk, yani dönemin ulaşım araçları olan deve, katır, merkep vb. ile dokuz saat sürmekteydi.
Nazilli’de sosyal yapıyı oluşturan etnik gruplar arasında çoğunluk Müslüman Türklerdeydi. 1899-1990 tarihli Aydın Vilâyet Sâlnâmesi’ne göre Nazilli’de köyler ve bağlı nahiyelerle 44.756 Müslüman Türk, 2.485 Rum, 319 Ermeni, 198 Musevi, 17 Avrupa devleti tebaası ve 713 yabancı uyruklu kişi mevcuttu.
Bu tarihte Nazilli’de kaymakamlık, Belediye Dairesi, Kaza İdare Meclisi, Bidayet mahkemesi, Mal Müdürlüğü, Posta ve Telgraf Müdürlüğü, Nüfus İdaresi, Aşar İdaresi, Ziraat Bankası, Sandık Eminliği, Osmanlı devletinin Avrupa devletlerine olan borçlarını tahsil etmek üzere kurulan Düyun-ı Umumiye İdaresi, yine Avrupalı tüccarlar ile yerli halkın davalarına bakan Ticaret Mahkemesi gibi kurumlar mevcuttu. Şehirdeki diğer önemli bir devlet kurumu ise müftülüktü. XIX.yüzyılın sonlarından itibaren Nazilli’de müftülük vazifesini, Hacı Salih Efendi (Ulugöz) yapmıştı. Hacı Salih Efendi kırk yıl boyunca müftülük makamında bulunmuştu.Şehirde tanınan ilim adamlarından ve itibar sahibi şahsiyetlerden birisiydi. Kabri bugün Evranlı mezarlığında muhtarlığın bulunduğu kapının girildiğinde biraz aşağıda olup, 9 Nisan 1940 tarihli mezar taşının başında ilginç bir biçimde geleneksel Hüve’l-Baki veya Baki Olan Allah’tır ibaresi yerine Yalnız Tanrı Kalır yazmaktadır. 40 yıldan fazla bir müddet müftülük yapmış ve dönemin ulemasından olan bir şahsiyetin mezar taşındaki bu deyim yerindeyse seküler ifade, devrin ve zihniyetin nasıl değiştiğini açıkça göstermektedir.
XX. yüzyılın başladığı sene olan 1900 tarihinde Nazilli şehrindeki en büyük mülki amir olan kaymakam, aynı zamanda Kaza İdare Meclisi’nin başkanı olan Ali Galip Bey’di. Ali Galip Bey, Osmanlı resmi hiyerarşisinde mütemayiz rütbesine sahip bir devlet memuruydu. Aynı zamanda kendisine 3.dereceden Nişan-ı Osmani verilmişti. Ali Galip Bey’in başkanlığında oluşturulan Kaza İdare Meclisi’nde ise şehrin ileri gelenleri olan Hacı Şeyhzâde Nuri Efendi ve Hacı Osman Efendi ile birlikte gayrimüslimleri temsilen Rum Anasti Efendi ve Ermeni Artin Ağa bulunmaktaydı. Meclisin diğer üyeleri Mal Müdürü ve o dönemde kazanın önde gelen memurlarından Tahrirat Katibi yani Kaymakamlık Yazı İşleri Müdürü’ydü.
Aynı yapı Belediye dairesi için de geçerliydi. Burada başkan Veliyüddin Efendi’nin idaresi altında toplanan Belediye Meclisi’nde Mollazâde Mehmet Efendi, Süleyman Efendi, Hacı Ali Efendi gibi kişilerle birlikte Yani Kalidi Efendi ve Efklidi Efendi adlı gayrimüslim halkı temsil eden üyeler bulunuyordu. Belediye bu tarihte bir takım sosyal projelere de imza atıyordu. Mesela yıl içinde 110 çocuk belediye tarafından aşılanmıştı.
Nazilli’de idari yapıyı teşkil eden resmî kurumlarda memurlarla birlikte yukarıda farkedileceği gibi şehrin ileri gelenleri yani eşraf görev yapmaktaydı. Bu tarihlerde Nazilli eşrafı arasında: Hacı Şeyhzâde Nuri Efendi, Hacı Şeyhzâde Hacı Mehmet Efendi, Kuzum Hacı Şeyhzâde Mehmet Efendi, Hacı Hasib Efendi, yüksek rütbeli bir ulema olan (Bilad-ı Hamse Payeli) Müderris Mehmet Emin Efendi, Hacı Şükrü Efendi, Hacı Hakkı Efendi, Kayyumoğlu Molla Hasan Efendi, Hacı Müezzin Efendi, Hafız Hacı Abdullah Efendi, Hacı Hüdaverdi Bey, Terzi Ömerzâde Mehmet Efendi, Hacı Osman Bey, bir dönem belediye başkanlığı yapmış Veliyüddin Efendi, yine bir dönem belediye başkanlığı yapan avukat ve gazeteci Yenişehirli Haşim Enverî Efendi, Hocazâde Mehmet Efendi gibi şahıslar veya zevat bulunuyordu. Bu zevat aynı zamanda çeşitli madalya ve nişanlarla rütbe ve mevkilere sahiplerdi.
Nazilli’de iç güvenlik ve asayiş, başta zabıta ve polis olmak üzere kolluk kuvvetleri ve askeri birliklerce sağlanıyordu. 1900 tarihinde şehirde güvenlikten sorumlu olan kişi, Zabıta yüzbaşısı Şakir Ağa idi. Emrindeki 4 süvari ve 41 piyade zabtiye ile güvenliği sağlamakla mükellefti. Polisler ise Pazar karyesi yani Yukarı Nazilli’de Osman Efendi, Aşağı Nazilli’de ise Ali Bahri Efendi isimli memurlardı. İç güvenlik ve kolluk kuvvetlerinin sayısı, teknik donanımları her geçen yıl geliştirilmeye devam ediyordu.
Nazilli’deki askeri kuvvetler ise o dönemlerde bir nevi yedek olarak imparatorluğun bütün sancaklarında teşkilatlandırılmış olan Redif kuvvetleriydi. Bu doğrultuda Nazilli’de 48. Redif Alayı’nın 1.Taburu konuşlanmıştı. 1899-1900 tarihinde taburun başında kaymakam yani yarbay rütbesi taşıyan Abdurrahman Bey bulunuyordu. Abdurrahman Bey aynı zamanda Osmanlı-Yunan Savaşı’na katıldığı için madalya almış bir subaydı. Redif taburunun diğer zabitleri, Binbaşı İhsan Bey ve yüzbaşılık ile binbaşılık arasında bir rütbe olan Kolağası mesrur Bey idi. Mesrur Bey Osmanlı-Karadağ ve Osmanl-Yunan savaşlarına katılmış tecrübeli bir zabit olup bu savaşlara katılanlara verilen madalyaları taşıyordu. İhsan Bey ise yalnızca Yunan savaşına katılmış olup, orduya yaptığı hizmetlerden dolayı Tesisat-ı Askeriye madalyası ile ödüllendirilmişti. Redif Taburundaki diğer görevliler süvari Yüzbaşı, tabur katibi, Mülazım-ı Sani (üsteğmen) silahlardan ve mühimmattan sorumlu tüfekçi, depo görevlisi zabit ve baş çavuş gibi vazife sahibi askerlerdi.
XX. yüzyıl başlarken Nazilli’de eğitim hayatının iyi bir durumda olduğu söyleyebiliriz. Nitekim eğitim hayatına başlayan bir çocuk önce günümüzde ilkokulun karşılığı olan ibtidai mektebe gidiyordu. Bununla birlikte isteyene dini temeli eğitim ve öğretim veren eski sıbyan mektepleri de vardı. Nazilli’deki iki ibtidai mektepten birisi olan Pazar Karyesi İbtidai Mektebi Yukarı Nazilli’de olup burada 170 öğrenci vardı. Aşağı Nazilli’deki Nazilli İbtidai Mektebi’nde ise 185 öğrenci mevcuttu. Bu mekteplerle birlikte gayrimüslimlerin kendilerine ait okulları bulunuyordu. Bu okullar, Rum Erkek, Rum İnas (kız), Ermeni ve Musevi İbtidai Mektepleri’ydi. Bunlarda toplam 79 öğrenci eğitim görüyordu. İlerleyen tarihlerde Nazilli’de bir çırak mektebi ile kızlara mahsus olan İnas İbtidaisi açılacaktı. Bu durum günümüzde eğitim alanında Türkiye’de seçkin bir yere sahip olan Nazilli’nin geçmişte de bu alanda önemli atılımlar yaptığını göstermektedir diyebiliriz.
İbtidai mekteplerden mezun olan çocuklar tercihen Rüşdiye’ye veya dini eğitim almak isterlerse medreselere gidiyorlardı. Nazilli’de eğitimi yaygınlaştırmak için komisyonlar kurulmuştu. Bu komisyonlardan Pazar Karyesi Maarif komisyonun başında şehrin ileri gelenlerinden Hacı Ali Efendi vardı. Medreseler ise daha ziyade Çarşı Cami, Koca Cami, Yahya Paşa Cami ve Ağa Cami gibi cami avlularıyla Zühdi Efendi türbesi avlusu gibi dini mekanların dahilindeydi. Ancak ne yazık ki bu medreselerden günümüze hiçbirisi ulaşmamıştır. Bu durum Nazilli tarihi ve kültürü açısından önemli bir kayıptır. Dini eğitim veren kurumlardan diğer ise tekke ve zaviyelerdi. Nazilli Uşşaki tarikatının imparatorluktaki merkezlerinden birisiydi. Bununla birlikte bir Mevlevi tekkesine ev sahipliği yapıyordu. Uşşaki tarikatının ileri gelenleri günümüzde Evranlı Mezarlığı’nın Dallıca tarafındaki hazirede yatmaktadırlar. Bazı zamanlarda sevenleri tarafından burası ziyaret edilmektedir.
Nazilli’de eğitim hayatı gibi ekonomik hayat ta sürekli gelişme gösteriyordu. Halkın, daha doğrusu Müslüman Türklerin başlıca geçim kaynağı tarım, hayvancılık ve zanaatlardı. Gayrimüslimler ise tüccarlık, bezirganlık, tefecilik vb. faaliyetleri daha çok tercih ediyorlardı. Ayrıca şehirde Osmanlı Bankası’nda görev yapan yabancılar, çeşitli işler için şehre gelmiş Avrupalı tüccarlar vb. kişiler vardı. Ticaret hayatı şehrin han ve çarşılarında yapılıyordu. Günümüzdeki Uzun Çarşı gibi Aşağı Nazilli’de de bir çarşı vardı.
Bu arada han demişken, bugün, belediyenin tam karşısındaki büyük apartmanın yerinde olan Ali Molla İşhanı’na dair bazı hikayeler duymuş bulunmaktayım. Buraya, merkepleri ve diğer vasıtalarıyla gelen köylüler, zanaatkarlar ve diğer meslek sahipleri bana bir hayal gibi geliyor. Keşke bu han yıkılmayıp restore edilseydi ne güzel olurdu. Nazilli’nin dokusuna ne harika bir görüntü eklenirdi.
Yine bazı büyüklerimden şehrin Hürriyet Caddesi ile birlikte ikinci büyük ana arterini teşkil eden ordu caddesinden eskiden deve kervanlarının geçtiğini duymuştum. Tabi bu bilgi yanlış olabilir. Eskiler daha iyi bilirler. Nitekim Yukarı Nazilli’den İsabeyli ve Atça yoluyla Aydın’a giden başka kervan yolları da varmış. Ancak şimdi, lüks mekanları, kafeleri, modern binaları ve kalabalıklarca doldurulan kaldırımlarında gezen şık giyimli havalı ve yakışıklı gençleri, mankenlere taş çıkartan zarif ve narin genç kızları, hafta sonu gezintisine çıkmış çocuklu modern aileleri, kafelerde oturarak keyifle kahvelerini içen şehir sakinleriyle uzak mesafelerden getirdikleri yüklerini alarak Aydın ve İzmir’e giden deve kervanlarını, bu kervanları süren çarıklı, şalvarlı, poşulu, yüzleri ve bedenleri sertleşmiş kervancıları, boyunlarında devasa çanları çalarak giden develerin görüntüsünü karşılaştırarak bir hayal kurduğumda mazi gerçekten bir hikaye gibi geliyor. Farkında değiliz ama Nazilli o kadar değişmiş ki.
Konumuza geri dönersek, XX. yüzyılın başlarında Nazilli’de üretim de iyi durumdaydı. Kazada zanaatkarlarca yapılan keten bezi, keçi ve koyunlardan elde edilerek çadır vb. yapımında kullanılan kıl, kuşak, urgan, sicim iç piyasanın ihtiyacını karşıladığı gibi İzmir limanından naklediliyordu. Ayrıca hayvanlar için yapılan koşum takımları, kırmızı, siyah meşin, sahtiyan (deri) ve gön (işlenmiş deri, kösele) gibi mamuller ünlüydü. Ancak bir kumaş çeşidi olan Akmişe, Amerikan Bezi ve diğer basmalarla, ipekli tekstil mamulleri, hamamlarda kullanılan eşyalar yani hamam takımları, havlular ve mavi bezler en önemli ihracat ürünleriydi. Yani Nazilli basmaları Sümerbank Fabrikası’ndan önce de ün sahibiydi.
Diğer ihracat kalemleri, şeker pirinç, kahve, incir, üzüm, afyon, buğday, arpa, susam, nohut, bakla, mercimek vb. hububat ve hammaddelerdi. Bunlar arasında meyan balı, palamut, afyon ve çekirdekli pamuk Avrupa ticareti için oldukça ehemmiyetli olup ihraç ediliyordu. Nitekim, Nazilli’de Forbes adlı İngiliz sermayedâr tarafından işletilen meyan kökü fabrikası vardı. 1884-1885 tarihinde şehirde 2.650.000 kile çekirdeksiz pamuk, 1.341.000 kıyye incir, 130.000 kantar palamut, 652.000 kıyye zeytin 250 kıyye afyon, 3.500 kıyye ipek, 600.000 kıyye yaş üzüm ve 8.000 kantar meyan balı üretilmişti.
Bu bilgileri verdikten sonra Nazilli’deki güvenlik ve asayiş meselelerine gelebiliriz. Nazilli ve civarında XIX. yüzyılın sonlarında iç güvenlik ve asayiş alanında ciddi sorunlar yaşanıyordu. Bu durum Nazilli ve Aydın’ın bağlı olduğu İzmir merkezli Aydın Vilâyeti’nin yaşadığı en büyük sorunlardan birisiydi. İç güvenlik ve asayiş hususunda yaşanan bu sıkıntıların sebepleri arasında Aydın Demiryolunun bölgeye gelmesi ve yabancı sermayedarların yaptığı yatırımlar önemli rol oynamıştı. Ege Üniversitesi tarih bölümünden Cihan Özgün hocanın konuyla ilgili makalesinde belirttiği gibi, yabancı sermayedarlar bölgeye yatırım yaparak servetlerini artırmışlar, bunun sonucunda sermaye karşıtı grup veya diğer deyişle gelir düzeyi düşük kesimle aralarında ciddi bir mücadele başlamıştı. Bu mücadele tarımsal üretimi etkiliyordu. Eşkıya grupları bazı sermaye sahiplerini yatırımcıları kaçırıyor, tarlalarda çalışan işçileri esir alıyorlardı.
İç güvenlik ve asayiş sorunlarının yaşanmasında diğer bir etken imparatorluğun kaybettiği savaşlardı. Bu savaşlar sonucu Aydın ve civarına yapılan göçmen akımı, toplumsal yapıyı etkiliyor ve yeni gelenler büyük sorunlara sebebiyet veriyorlardı. Mahalli sakinlerle uyum sağlamaları zaman alıyordu. İşsiz güçsüz olanlar ise hayatlarını suç işleyerek devam ettirmeyi tercih ediyorlardı. Bölgede asayişi tehdit eden diğer unsurlar ise hepimizin bildiği gibi zeybekler, efeler ve konar-göçer gruplardı. Özellikle zeybek ve efe gruplarıyla konar-göçerler yani Yörükler, ciddi asayiş meselelerine sebebiyet veriyorlardı. Pusu kurdukları izbe yerlerde, derbentlerde ve diğer mevkilerde yol keserek gelen geçenden para alıyorlar, yani eşkıyalık yapıyorlardı. Eşkıya grupları bazen köy ve kazaları dahi basıyorlardı. Devlet bu sorunla bir türlü başa çıkamıyordu. Ancak çeşitli tedbirler alıyordu. Bunlardan birisi konar göçerlerin iskan edilmesi, yani şehir ve köylere yerleştirilmesiydi. Bu doğrultuda 1884-1885 tarihinde Nazilli’de 45 haneye 229 konar-göçer aşirete mensup kadın ve erkek iskan edilmişti.
Ege bölgesinin iç kısmında yani Batı Ege’de yaşanan bu sorun başkent İstanbul’a kadar yansımıştı. Nitekim Aydın vilayeti valiliğine tayin edilen eski sadrazam Mithad Paşa, merkeze gönderdiği bir telgrafta, eşkıya korkusu ile halkın evine çekildiğini, bazı yabancı girişimcilerin tarım işçilerinin başına silahlı kuvvetler koydurmak zorunda kaldığını ifade ediyordu. Paşa’ya göre asayiş kötü durumda olup herşeyi etkiliyordu. Bunun için en başta zayıf olan jandarma teşkilatının ıslah edilmesi ve güçlendirilmesi gerekiyordu.
Osmanlı imparatorluğunda vilayet ve sancaklarda işlenen suçlara dair istatistikler tutulmaktaydı. Bu istatistiklere suç cetveli veya defteri denmekteydi. Osmanlı arşivinde bulunan ve Midhat Paşa’nın Aydın valiliğine tayininden sonra 1876-1880 tarihlerinde İzmir, Aydın, Manisa ve Muğla’da dört yıl içinde işlenen suçlara dair bir cetvel hazırlanarak İstanbul’a gönderilmişti. Merkez İç Ege’deki asayiş ve suç durumunu merak etmişti. Bu cetvellerdeki bilgileri mercek altına aldığımızda, Nazilli’de işlenen en ciddi suçun kat-ı tarik yani eşkıyalık olduğu görülmektedir. Cetvelde bu suçu işleyenlere dair önemli verilen mevcuttur. Örneğin cetvele göre Nazilli’den Mustafacık, Hacı Yusufoğlu Halil, Abdullah oğlu Mustafa, Uçaroğlu Süleyman tek başlarına yol kesip eşkıyalık yapmışlardı. Bu suçlar aynı zamanda birden çok kişi tarafından grup halinde işleniyordu. Bunlardan Hacı Osmanoğlu Mustafa, Ali ve Hüseyin isimli üç kişilik grup eşkıyalık nedeniyle yakalanmıştı. Bazı eşkıya grupları ise iki kişiden oluşuyordu. Örneğin Nazilli’den Tavşancıoğlu Mehmed Ali ve İbrahim çetesi ile Sarı Hasanoğlu Halil ile Hasan Hüseyin çetesi ikişer kişiden oluşmaktaydı. Eşkıyalık köylerde de işlenen bir cürümdü. İsabeylili Nizamoğlu Mehmet, yardımcısı Mehmet ile birlikte yol kesme suçu dolayısı ile tevkif edilmişti. Mastavralı Zabunoğlu Ali, Molla Süleyman, Cafer, Mustafa ve Ali’den oluşan beş kişilik bir çete de aynı suç nedeniyle tutuklanmışlardı.
Eşkıyalık veya kat-ı tarik yani yol kesme suçuyla aynı derecede tutulan başka bir cürüm ise bu şahıslara yardım ve yataklık etmekti. Eşkıyalar, kışın dağlar ve izbe yerlerdeki gizlenme mekanlarının yanı sıra bazen köylerde saklanıyorlardı. Bu saklanma yerlerini onlara hem korku dolayısıyla hayır diyemeyen, hem de eşkıyalardan bahşiş, para vb. alarak maddi gelir sağlayan kişiler temin ediyordu. Özellikle dar gelirli ve yoksul köylü için eşkıyalardan alınan bahşiş ve hediyeler önemli gelir kaynağı idi. Söz konusu cetvellere göre kat-ı tarik yatağı, yani eşkıyaya yardım ve kalacak yer sağlama suçunu işleyen kişilerden birisi de Nazilli’li Ümmü Gülsüm adlı bir kadındı. Ümmü Gülsüm bu suç nedeniyle yakalanmıştı ve tutuklanmıştı.
Nazilli ve civarında asayişi olumsuz etkileyen eşkıyalık suçlarını işleyen şahısların oluşturduğu gruplar çeşitli din ve milliyetlerdeki kişilerden oluşabilmekteydi. Yer yer Müslüman-Türk ve gayrimüslimler tarafından ortak şekilde eşkıya grupları teşkil edilebiliyordu. Örneğin söz konusu cetvele göre Nazilli’de bu çetelerden birisi Boyacıoğlu Mustafa, Kara Halil oğlu isimli iki Türk’le, Manol adlı bir Rum tarafından teşkil edilmişti.
İstanbul’a gönderilmek üzere hazırlanan 1876-1880 tarihleri arasında Nazilli ve etrafında işlenen suçları içeren istatistiklerde, şehirde eşkıyalık veya yol kesmeden sonra ikinci sırayı cinayet, yaralama ve diğer adi suçlar gelmektedir. Ancak bu suçlar iç güvenliği ihlal eden diğer faaliyetlere göre azınlıktaydı. Bunlar arasında en sık rastlanan cinayetti. Cinayet suçlarının failleri kadar mağdurları arasında da Müslüman ve gayrimüslimler bulunuyordu. Örneğin cetvele göre Nazilli’li Zenci Selim, Pandeli isimli Rum’u katletmişti. Nazilli’den Çobanların Ali Akdağ yörüklerinden Musa’yı, Kahveci Manol, Agob oğlu Tazi veya Nezi isimli bir Ermeni’yi öldürmüştü. Cinayet suçları bazen eşkıyalık suçları gibi toplu olarak işleniyordu. Cetvelde Nazilli’den olduğu belirtilen Alganlıoğlu Mehmet, diğer Mehmet ve İbrahim adlı şahıslar, Mehmet Ali oğlu Mehmet’i öldürdükleri için tevkif edilmişlerdi. Bunlardan birisi asıl katil olup, muhtemelen diğerlerinin suçu cinayete yardım etmekti. Cinayet zaman zaman Nazilli’ye bağlı köylerde de rastlanan bir suçtu. Örneğin Aslanlı karyesinden Parmaksız Hüseyin ve Mehmet, Karacasulu Hafız Hasan’ı öldürmüşlerdi.
Netice itibarıyla, ekonomik yaşamın önceki dönemlere göre hareketli olduğu Nazilli, XIX. yüzyılın sonlarında devlet kurumları, eğitim ve kültür müesseseleri, ticaret ve tarım faaliyetleriyle sürekli büyüyen ve gelişen bir şehirdi. Şehir merkezinde adi suçlara pek rastlanmamaktaydı. Ancak, özellikle tarım sektöründe çalışanlar, hayvancılık yapanlar gibi kırsal alanlara gidenler, kervancılar ve kazalar arası yolculuk yapanlar için eşkıyalar, zeybekler, konar-göçer gruplara mensup kişiler tarafından soyulma ve gasp edilme tehlikesi vardı. Bu suç özellikle dağlık alanların yoğunlukta olduğu iç Ege bölgesinde en büyük problemlerinden birisiydi. Devlet, iç güvenlik teşkilatının zayıflığı ve imkanların yetersizliği sebebiyle asayiş sorununu çözemiyordu.
İzmir limanının tedarikçi şehirlerinden olan Nazilli tarım ve ticaret potansiyeli ile büyümeye devam ederken I.Dünya Savaşı ve Yunan işgali ile birlikte bu gidişat sekteye uğradı. Böylece asayiş ve iç güvenlik alanında yaşanan sorunlar ise en ileri seviyeye yükseldi. Rum çeteler, asker kaçakları ve diğer başıbozuk grupların kanunsuz faaliyetlerinde patlama yaşandı. Ancak Milli Mücadele’nin başlaması ve zaferle neticelenmesinden sonra halk rahat nefes alabildi. Fakat, genç cumhuriyete harap olmuş bir Nazilli ile henüz çözülmemiş birçok sorun miras kaldı. Bunlardan birisi yine iç güvenlikti. Nazilli, Aydın ve Muğla gibi etrafı dağlarla çevrili yerleşimlerde eşkıyalık, yol kesme ve gasp yapan kişi ve grupların varlığı bir müddet daha devam etti. Bu esnada Nazilli toparlandı ve Sümerbank Fabrikası’nın açılmasıyla yeni bir gelişim sürecine girdi. Jandarma ve polis teşkilatının güçlendirilmesi, ulaşım imkanlarının ve iletişimin artmasıyla birlikte eşkıyalık bir müddet sonra etkisini yitirdi. Bu durum, vurgulandığı gibi iletişim ve ulaşım araçlarının gelişmesi, devletin buna paralel olarak otoritesini daha sağlam tesis edebilmesi, ayrıca kolluk kuvvetlerinin sayısının artırılması ve güçlendirilmesiyle doğrudan ilgiliydi. Nitekim, günümüzde güvenlik kameralarının varlığının dahi, suçların takip ve tesbitinde ne kadar hayati rol oynadığı bilinmektedir. Ancak, insanoğlu var olduğu müddetçe suç ve kanun dışı faaliyetler her zaman mevcut olacaktır.
Yararlanılan Kaynaklar
Başbakanlık Devlet Arşivleri Başkanlığı Osmanlı Arşivi (BOA)
Y.PRK.UM..3-32-2 numaralı Aydın Vilâyeti Suç İstatistik Defteri (1876-1880)
Salnameler
H.1302/M.1884-1885 Aydın Vilâyet Sâlnamesi, Defa-7
H.1317/M.1899-1900 Aydın Vilâyet Sâlnâmesi Defa-20
H.1318/ M.1901-1902 Aydın Vilayet Salnamesi Defa-21
H.1326/M.1908-1909 Aydın Vilâyet Salnamesi Defa-25
Makale
Cihan Özgün, “19. Yüzyılın İkinci Yarısında Aydın Sancağı’nda Eşkıyalık Hareketleri Üzerine Gözlemler” Osmanlı’dan Günümüze Eşkıyalık ve Terör Sempozyumu, Samsun, 2017