Günümüzde Türkiye’nin en büyük ilçelerinden birisi olan Nazilli, Denizli-Aydın karayolu üzerinde bulunması, Didim, Kuşadası, Bodrum ve Marmaris gibi turizm yerlerine yakınlığı, iklimi, ürün çeşitliliği, tarıma elverişliliği gibi birçok sebeple sürekli göç alan bir kent olma özelliğine sahiptir. Özellikle “uzun yaşam şehri” mottosu Ege’nin incisi Nazilli’yi son zamanlarda tanımlayan bir slogan haline gelmiştir.
Peki, Nazilli geçmişte, antik çağlarda, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde nasıl bir şehirdi? Yine insan kitlelerince göç etmek için tercih ediliyor muydu? Bugün olduğu gibi hareketli ve kozmopolit miydi? gibi soruların karşılığı Nazilli’nin yaşadığı tarihi gelişmelerle ilgilidir.
Antik çağlarda Nazilli ve çevresi Menderes yani orijinal ismiyle Meandros nehrinin havzası içinde kalıyordu. Menderes Yunanca’da kıvrım anlamına gelen bir kelime olup, nehir kıvrılarak aktığı için bu isim verilmişti. Hititler’den İskender’ hatta Persler’e kadar havzaya birçok güç egemen olmuştu. Meandros havzası bereketli topraklarıyla birlikte bu tarihlerde kral yolu gibi Anadolu’nun en önemli ticaret yollarından birisini barındırıyordu. Bu yol Ephesus’ta sonlanmaktaydı. Böylece doğu-batı ticareti sebebiyle bölge hareketliydi. Ephesus, Aprodisias, Nysa, Tralles ve diğer şehirlerde canlı bir hayat vardı. Özellikle Ephesus yani Efes Anadolu’nun en önemli kentleri arasındaydı.
Bu tarihlerde Nazilli mevcut değildi. Fakat, Nazilli’nin günümüzde Bozyurt köyü olan mevkisinde Mastaura yerleşimi, Arpaz’da ise Harpassa yerleşimi vardı. Mastaura dünyada ilk bakır paranın basıldığı antik kent olma özelliğine sahipti. Fakat bu iki yerleşimle birlikte biraz daha batıdaki Nysia ve daha batıdaki Tralles.gibi iki önemli yerleşim ön plana çıkıyordu. Nitekim dönemin ünlü coğrafyacısı Strabon Nysa’da eğitim görmüştü. Tralles ise İstanbul’daki Hagia Sophia yani Ayasofya’yı inşa eden mimarlardan Anthemios’un memleketiydi.
Mastaura ve Harpassa gibi yerleşimler Roma-Bizans dönemlerinde varlıklarını sürdürdüler. Daha sonra Hristiyanlık bölgede yayıldı ve güçlendi. Menderes havzasına Roma ve ardılı Bizans (gerçek adıyla Doğu Roma) asırlar boyunca hakim oldu. Böylece Ortaçağ’a yani X. ve XI. yüzyıllara gelindi.
Ortaçağda sadece Menderes havzasının değil bütün Küçük Asia’nın yani Anadolu’nun kaderini değiştiren bir gelişme yaşandı. İran’da kurulmuş olan Büyük Selçuklu devletine tabi Türkmenler çeşitli sebeplerle Küçük Asia’ya göç etmeye başladılar. Büyük Selçuklu ile araları bozuk olan yönetimi benimsemeyenlerin yanı sıra yeni bir yurt arayanlar Türkmenler yüzbinlerce çadırdan oluşan kafileleriyle Küçük Asia’ya akın akın geliyorlardı. Dehşete kapılan Bizans ne yaptıysa Türkmenleri engelleyemedi. Malazgirt ve Miryakefalon’daki hezimetleri nedeniyle Türkleri Küçük Asia’dan çıkarma girişimlerinde başarısız oldu. Bir süre sonra Anadolu Selçuklu başta olmak üzere, Saltuklular, Mengücikler, Artuklular, Sökmenliler vb. Doğu Anadolu Türk devletleri kuruldu. Halk Türkmenlerin önlerinden kalelere kaçıyor, otlak arayan Türkmenler ise hayvanlarını geniş ovalarda yayabiliyorlardı. Orta Asya’da Cengiz Han’ın ortaya çıkışı ve batıya doğru yaptığı seferler durmuş olan Türkmen göçü dalgasını ikinci kez başlattı. Anadolu Selçukluları ise Moğol istilası nedeniyle yeni bir ivme kazanan göçleri uçlara yani batı sınırlarına sevk ettiler. Böylece Menderes havzası tarihinde ilk defa Türk egemenliğine girecekti.
Selçukluların Karia bölgesine yerleştirdikleri Menteşe Bey Muğla ve etrafını fethettikten sonra yönünü Tralles’e çevirdi. Kısa sürede Tralles, Nysia ve civarını fethetti. Fethedilen yerler arasında Mastaura, Harpassa ve Neapolis (Yazıkent) gibi yerlerde vardı. Fakat bir süre sonra Germiyan oğullarının komutanlarından olan Aydın Bey, bölgeye gelerek buraları Menteşeoğullarından aldı ve kendi beyliğini kurdu. Bu sebeple bölge artık Aydın ili şeklinde anılacaktı.
Bu fetihler esnasında bazı Türkmen oymakları günümüzde Nazilli ovası olarak adlandırılan düzlüğün çeşitli yerlerine indiler. Bunlar arasında Toygar, Bayındır, Haydarlı, Gedikli gibi oymaklar bulunmaktaydı. Bu oymaklar isimlerini muhafaza ederek sonradan oluşan köylere vereceklerdi. Sonradan başka boylar yöreye dağıldılar. Bir kısmı ovaya -Hamzallı, Yazır obaları gibi-, bir kısmı da dağlara -Sinekçiler Örencik oymakları gibi yerleşerek kaldılar ve bulundukları yerlere kendi isimlerini verdiler. Fakat şehir için asıl önemli olan yerleşim iki yere yapıldı. Bunlardan birisi Aşağı Nazilli olarak adlandırılan yer, diğeri ise Pazarköy, yani yukarı Nazilli idi.
Günümüzde şehrin iki ana kısmından birisini oluşturan Aşağı Nazilli’de yukarıda bahsedilen oymaklar gibi, bazı Türkmen grupları yerleşmişti. Muhtemelen diğerleri gibi, ziraat için elverişli olması, otlakları ve su kaynağı nedeniyle burayı seçmişlerdi. Burada hayvancılık ve tarımla uğraşıyorlardı. Yukarıda teşkil edilen ve Pazarköy adını alan yerleşim için de aynı şeyleri söylememiz mümkündür. Ancak, burada muhtemelen Aşağı Nazilli’deki kadar yoğunluk yoktu. Ancak burası adından anlaşılacağı gibi bir pazara ev sahipliği yapıyordu. Çeşitli yerlerden gelenler ürünlerini burada satıyor ve geri dönüyordu. Daha sonra burada Koca Cami inşa edilecek ve Cuma namazı kılınmaya başlayacaktı.
İşte, zamanla Aşağı Nazilli mevkisinde kurulan bu Türkmen yerleşimi Nazlu adıyla anılmaya başladı. Bu ismin neden verildiği ve kökeni hakkında bugüne kadar kesin bir şey söylenemedi. Bazı tarihçiler Nazlu adlı bir oymağı, Evliya Çelebi kızlarının nazlı olmasını, efsane ve masallar ise Nazlı adlı bir Türkmen beyinin kızını köyün isminin kökeni olarak öne sürdüler. Günümüzde bazı antik çağ araştırmacıları ise ismin Nysa kelimesiyle ilgili olduğunu, bazıları Hitit dilinde “Ana Tanrıça Köyü’nün Geçidi” anlamına gelen Nassilia kelimesinden geldiğini ileri sürmektedir. Ancak bu durum hala net bir açıklığa kavuşmuş değildir.
Nazlu veya Nazlı köyü küçük bir köy olup, biraz yukarısında bulunan ve ismini kale anlamına gelen Kastel (Castel) kelimesinden alan Kestel köyüne bağlanmıştı. Aydınoğulları dönemi sonrasında başlayan Osmanlı egemenliği esnasında bu durum asırlar boyunca değişmedi. Nitekim bazı arşiv belgelerindeki “Karye-i Nazlu tabi Kestel” ifadesi Nazlı veya Nazlu köyünün Kestel’e bağlı olduğunu açıkça göstermektedir. Netice itibarıyla bugün Nazilli’ye bağlı köyler arasındaki Kestel uzun zaman merkezi bir yerleşim olma hüviyetine sahipti. Zira sadece Nazlu değil, civardaki bütün köyler Kestel’e bağlanmıştı.
Ancak ilerleyen tarihlerde Kestel’e bağlı olan köylerden Nazlu zamanla büyüyüp gelişerek diğer köyleri geride bıraktı. Köy hüviyetinden çıkarak kasaba haline geldi. Bu durum şüphesiz Menderes nehrine yakınlığı, verimli bir tarım arazisinde yer alması, bir pazar merkezi olan Pazarköy birleşik hale gelmesinden kaynaklanmaktadır. Tabi, Pazarköy de Nazlu köyünün büyümesinden etkilendi. Ancak benzer bir büyümeyi gösteremedi. Ticari ve ekonomik vasfını koruyarak pazarlara ev sahipliği yapmaya devam etti. Yaşanan değişim Nazlu köyünün ismini de kapsamaktaydı. Asırlar içinde köyün ismi Nazlu-Nazlı vb. denilirken Nazlı-eli/ili olarak değişti. Nazlı-ili söylenişi ise halk ağzında değişmesiyle yerini Nazilli’ye terk etti.
Nazilli bir kasaba olarak sürekli gelişiyordu. XIX. yüzyıla gelindiğinde kasaba kimliğini çoktan geride bırakmıştı. Artık Kestel bir köy, Nazilli ise kaza olacak kadar büyük bir yerleşimdi. Bu sebeple Nazilli 1831 tarihinde Osmanlı yönetimi tarafından kaza yani ilçe statüsüne getirildi ve başına kadı atandı. Pazarköy, Kestel ve günümüzdeki köylerinin birçoğu Nazilli’ye bağlandı. Bu gelişme aynı zamanda günümüzdeki Nazilli’nin oluşumu demekti. Ancak, Nazilli bu tarihlerde Aydın sancağına bağlı küçük bir kazaydı. Kendi ölçüsünde tarım, hayvancılık ve kısmen ticaretle geçinen bir halkı barındırıyordu.
XIX. yüzyılın yani 1800’lerin ikinci yarısından sonra Nazilli’nin kaderini değiştirecek yeni gelişmeler yaşandı. Bu gelişmeler aynı zamanda Osmanlı İmparatorluğu’nun asırlardır sabit kalan sosyal, ekonomik ve idari yapısını da değiştirecekti. Avrupa devletleri, sanayi devriminden sonra hammadde arayışına girişerek gözlerini dışarıya, özellikle tarım ürünleri açısından zengin bir potansiyele sahip Anadolu’ya çevirdiler. Fabrikalarına hammadde ve ürün lazımdı. Avrupalı tüccarlar aradıklarının bolca mevcut olduğu Anadolu’ya doğru akmaya başladılar. Tarım ürünleri ve hammadde tedarik ederek Avrupa’ya ihraç etmeye başladılar.
Avrupalı tüccarların en çok ilgilendiği yerlerden birisi Batı Anadolu bölgesi idi. Burada bulunan incir, pamuk, üzüm, afyon, zeytin, zeytinyağı, narenciye ve diğer mamullerin hızlıca Avrupa’ya nakli gerekiyordu. Bu nakil için en ideal yer Ege kıyısındaki İzmir limanı idi. Bu nedenle yükselen ticaret hacmiyle paralel olarak İzmir kazası oldukça hızlı bir gelişimin içine girdi ve imparatorluğun en büyük kentlerinden birisi haline geldi.
İzmir’in Avrupa ihracatının İstanbul’dan sonra Anadolu’daki en büyük çıkış noktası olması hinterlandındaki, yani ihraç edilen ürünlerin tedarik edildiği yakın coğrafyasındaki diğer sancak ve kazaları etkiledi. Aydın, Menteşe, Saruhan, Kütahya, Uşak ve diğer Batı Anadolu sancakları hızla büyümeye ve gelişmeye başladı. Nazilli ise incir, palamut, kestane, pamuk, meyan kökü ve zeytin gibi mahsulleriyle, dokumalarıyla bu ticarete ayak uydurmakta geç kalmadı ve aynı ivmeyi oranını yakaladı. Kazada üretilen ürünler Aydın ve İzmir başta olmak üzere diğer yerlere naklediliyordu. Nazilli bir süre sonra Aydın’dan sonra sancağın ikinci büyük yerleşimi haline geldi.
1800’lü yılların sonlarında Batı Anadolu ve Nazilli’yi derinden etkileyecek önemli bir gelişme daha yaşandı. Avrupalı tüccarlar hammaddenin daha hızlı sevki için 1860’larda inşa edilen ülkedeki ilk demiryolunu Ege’nin içlerine uzatmaya karar verdiler. 1881 yılında Aydın Demiryolu Nazilli’den geçti. Bu Nazilli için yeni bir dönemin başlangıcı demekti. Aynı şey Pazarköy için de geçerliydi. Yukarı Nazilli ismiyle bilinen Pazarköy demiryolu istasyonunun kurulmasından sonra büyümeye ve gelişmeye başladı. Ancak, şehrin merkezi yine Aşağı Nazilli’ydi. Yukarı Nazilli daha az miktarda nüfusu barındırıyordu.
Nazilli’nin yakalamış olduğu bu gelişme ivmesi I.Dünya Savaşı ve sonrasındaki Yunan işgali nedeniyle durdu. Özellikle Yunan işgalinin sonuçları ağır olmasaydı bir il merkezi olması işten bile değildi. Ancak, Yunan işgali o kadar ağır bir tahribat meydana getirmişti ki döneme ait resimlerde şehir terkedilmiş bir kasabaya benziyordu. Milli Mücadelenin kazanılması ve Cumhuriyet’in kurulmasıyla talih bir kez daha Nazilli’nin yüzüne güldü. Şehir yaralarını sarmaya çalışıyordu. Ancak henüz toparlanamamıştı. Barındırdığı pamuk üretimi potansiyelini fark eden dönemin yöneticileri bir fabrika ile bu potansiyeli değerlendirmeyi düşündüler.
1935 tarihinde bizzat Atatürk tarafından açılan Sümerbank Basma Fabrikası ile Nazilli sadece bu fabrikada üretilen ve türkülere konu olan basmalarıyla değil, iş sahibi olmak ve kendisine bir gelecek kurmak isteyen kitlelerce tercih edildi. Türkiye’nin dört bir tarafından çalışmak için şehre gelen insanlar nüfusu artırdılar. İçinde kütüphane, sinema, tiyatro, hastane ve diğer sosyal tesisleri barındıran, işçi evleriyle, kampüsüyle, futbol takımıyla, kütüphanesi ve okuluyla adeta kendine has bir dünya olan Sümerbank üretime devam ettikçe şehir büyüdü. Gelenler sadece Aşağı Nazilli’ye değil Pazarköy’e yani Yukarı Nazilli’ye de yerleşiyorlardı. Bu nedenle bir dönem geldiğinde Nazilli nüfus olarak Aydın ve Denizli’yi geçti. Atatürk muhtemelen bu gelişmeyi önceden tahmin ettiğinden Nazilli’nin il olacağı müjdesini vermişti.
Ama öngörüler gerçek olmadı. Aydın ve Denizli atağa geçerek Nazilli’yi geride bıraktılar. Sümerbank eski cazibesini kaybetti. Nazilli sürekli göç almaya devam etse de bu iki şehre yetişemedi. Muhtemelen bu durum Aydın ve Denizli’nin sanayi ve ticarette yaşadığı atılımla ilgiliydi. Nazilli’de ise Sümerbank’ı destekleyecek başka tesislerin ve fabrikaların temeli atıldığında iş işten geçmişti.
Nazilli, bir gelenek haline gelen göç olgusu nedeniyle zamanla kozmopolit bir yapıya kavuşarak özgün kimliğini yitirdi. Yerli ailelerin çoğu İzmir, İstanbul ve diğer şehirlere göç ettiler. Sümerbank kapatıldı ve çürümeye terk edildi. Yukarı Nazilli’yi ruhsuz beton yığınları kapladı. Aşağı Nazilli’deki tarihi doku kaderine terk edildi ve büyük bir kısmı yok oldu. Osmanlı döneminden kalma mezarlıklar ve tarihi evler ortadan kaldırıldı. Sadece birkaç türbe ve cami ile, şans eseri günümüze gelebilmiş birkaç tarihi evden başka bir şey kalmadı.
Nazilli’ye tarihi gelişimi ile birlikte, etnik yapısını oluşturan unsurlar açısından bakıldığında şehrin büyük çoğunluğunu her zaman Selçuklu fethiyle gelerek Nazlu köyünü ve Pazarköy’ü kuran Müslüman Türkler oluşturmuştu. İkinci sırada Rumlar, üçüncü sırada Ermeniler, son sırada ise Museviler gelmekteydi. Örneğin 1900 yılında, Nazilli’de köylerle birlikte 44.756 Müslüman Türk, 2.485 Rum, 319 Ermeni, 198 Musevi vardı. Yabancı devlet vatandaşı sayısı 17, diğer yabancıların sayısı ise 717 idi. Yani iddia edildiği gibi şehrin yarısı veya yarısından biraz daha az kısmı gayrimüslim değildi. Görüleceği gibi XX. yüzyılın başlarında Nazilli’nin köylerle birlikte en azından % 97-98’i Türk’tü. Bu tarihte Nazilli’de 1.014 doğum olmuş, 569 kişi vefat etmiş, 365 nikah yapılmış, 40 boşanma meydana gelmişti. Şehirden taşınan kişi sayısı ise 50’du.
Osmanlı devlet istatistiklerine göre Nazilli’de 1878 tarihinden itibaren Belediye Meclisi ve başkan vardı. 1878-79 tarihindeki kayıtlarda ilk başkanın adı Raşid Efendi idi. Daha sonra önceki başkanlarımızdan rahmetli Ahmet Şensan’ın büyükbabası Veli Efendi ve Hacı Mehmet Efendi birçok kez başkanlık yapmışlardı. 1909 tarihinde Mülkiye Mezunu Mehmet Tevfik Bey Nazilli kaymakamı olarak atanmıştı. Mecidi ve Osmani nişanlarına sahipti. Nazilli’de ise kadı vekili anlamına gelen naipler mahkeme başkanlığı yapıyorlardı. 1909 tarihinde Nazilli naibi devriye müderrisi payeli Mehmet Ali Sami Efendi idi.
Yukarıda bahsedilen ve benzeri bilgiler yıllık şeklinde hazırlanmış Osmanlı resmi devlet kayıtları olan salnamelerde mevcuttur. Bu satırların yazarı olarak salname yani devlet yıllıklarından hareketle “Aydın Vilâyet Sâlnâmelerinde Nazilli Kazası 1876-1909” isimli bir çalışma hazırladım. Ancak Belediye başta olmak üzere resmi kurumların sponsorluğunda çıkması şehrin tanıtımı açısından daha uygun olan bu kitapla Belediye ilgilenmediği gibi Ticaret Odası’da kayıtsız kaldı. Bununla birlikte umarım bu kitabı yayınlamayı başarabiliriz. Böylece Nazilli’ye bir hizmette bulunma fırsatını kaçırmamış oluruz.