Nasıl Bilirsiniz Boğaziçi Üniversitesini ?

Dr. Evren Gökçe

    Türkiye’nin en prestijli veya eski tabirle itibar sahibi üniversiteleri arasında ilk sırada gelen Boğaziçi Üniversitesi’nde eylemler devam ediyor. Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile atanan yeni rektörü istemeyen bir kısım akademisyen ve öğrenciler tepkilerini yansıtırken, bazı öğrenciler hakkında gözaltı kararı verilmesi gerginliği iyice artırdı. Mesele daha tartışılacak gibi görünüyor.

 Türkiye’de üniversite rektörlerinin atanması Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile olmakta. Aslında eskiden de durum aynıydı. Yapılan seçimde en çok oy alan üç isim cumhurbaşkanının önüne gitmekte, cumhurbaşkanı takdiriyle aralarından birini seçmekteydi. Yani değişen bir şey yok esasında. Cumhurbaşkanı kimi uygun görürse o seçiliyordu.  Geçmiş dönemlerde muhafazakâr milliyetçi bilinen bir kişi için rektör seçilmek çok zordu.

10. reisicumhurumuz Ahmet Necdet Sezer şahsi takdiriyle İstanbul Üniversitesi’ne Kemal Alemdaroğlu’nu yeniden atamakta hiç çekinmemişti. Bu durum zamanında şiddetli tepkilere neden oldu. 28 Şubat’ın önemli aktörlerinden olan Alemdaroğlu’nun vakalarından biri de sırf Osmanlıca olduğu için II. Abdülhamid’e ait paha biçilmez kitapları -ki aralarında bazıları Alman İmparatoru II. Wilhelm’in armasını taşımaktaydı- çöpe attırmaktı! Evet yanlış okumadınız çöpe! Emriyle bu eşsiz hazine kolilere koydurarak çöplerin kenarına konuldu. Allahtan Türkiye’nin en değerli kütüphanecilerinden ve kültür insanlarından Ramazan Minder bu kitapları kurtardı.

Fakat sonra ne oldu dersiniz? İBB.Kütüphanesi’ndeki kıymetli çalışmaları bir kenara bırakıldı, Ekrem İmamoğlu tarafından Mezarlıklar Müdürlüğü’ne tayin ediliverdi! İşte Türkiye. Ne yaparsanız yapın birilerine yaranmanız mümkün değil.

Boğaziçi Üniversitesi kuruluş olarak Osmanlı döneminde eğitim hayatına başlayan Robert College’ye dayanmakta. Üniversite iki İngiliz misyoner Cyrus Hamlin ve Christopher Robert tarafından kurulan kolejin güney kampüsünde 1971 tarihinde üniversite olarak açılmasıyla eğitim hayatına başladı. Hamlin ve Robert, kolejin arsasını ünlü Osmanlı sadrazamı Ahmet Vefik Paşa’dan almışlardı. Ahmet Vefik Paşa vefat edince Eyüp’e gömülmek istemiş, ancak II. Abdülhamid misyonerlere arsa satan adam kıyamete kadar çan dinlesin diyerek buna izin vermemiş ve Rumeli Hisarı Kayalar mezarlığına defninin emretmişti.

  İstanbul’da o dönemlerde Hamlin ve Robert tarafından kurulan okul benzeri birçok yabancı eğitim müessesesi vardı. Bunlardan bazıları Notre Dame de Sion Fransız Lisesi, St. Joseph, Alman Lisesi ve “Şanlı Yuva St. Benua” idi. Günümüzde eğitimlerine devam etmekteler. Fakat bu okullar arasında hiç şüphesiz en önde geleni misyonerler tarafından değil, bizzat devrin Osmanlı yöneticileri tarafından kurulan Galatasaray Lisesi’dir. Zaman içinde yetiştirdiği şahsiyetler ve eğitim kalitesiyle diğer misyoner okullarını geride bırakmıştır.

Boğaziçi Üniversitesi Türkiye’de sayısal bölümden mezun olan bir öğrenci için zirve tercih demektir. Mühendislik bölümlerinin yanı sıra iktisat, işletme ve benzer bölümlerde Türkiye’de en yüksek puan alan öğrenciler yerleşir. Sayısal bölüm mezunu bir öğrenci için Boğaziçi ile birlikte iki üniversite daha büyük hedef olarak görülür. Bunlar ODTÜ ve İTÜ’dür.  Böylece bir üçlü ortaya çıkar: Boğaziçi-ODTÜ-İTÜ. Bunlardan İTÜ Mühendishâne-i Bahr-i Hümâyun adıyla 1773’te açılmış Osmanlı kökenli bir eğitim kurumudur. ODTÜ ise cumhuriyetin Ankara’ya hediye ettiği bir müessese olup Ankara ile adeta özdeşleşmiştir.  

ODTÜ açısından ilginç olan bir şey ise şudur: Stadyumunda silinemeyen bir “devrim” yazısını barındıran, Yusuf Aslan, Deniz Gezmiş ve diğer ünlü sol gençlik liderlerini yetiştiren ODTÜ’nün kuruluş amaçlarının Amerikan ideolojisine yakın bireyler yetiştirmek olduğu, hatta yerleşke planına kuşbakışı bakıldığında Rusya’ya çevrilmiş bir silaha benzediği söylenir!  Bununla birlikte Boğaziçi, ODTÜ ve İTÜ, mezunlarının çoğunu Amerika ve yurtdışına gönderir. 

Liseden sözel bölümden mezun olmuş bir öğrenci için ise durum farklıdır. Eğer, tarih, arkeoloji, sanat tarihi, sosyoloji, ilahiyat vb. bölümler hedefteyse yine üç üniversite vardır. Bunlar İstanbul Üniversitesi, Ankara Üniversitesi ve Marmara Üniversitesi’dir. Mesela benim gibi tarih mezunları için ideal hedef İstanbul Üniversitesi’nin Beyazıt’taki meşhur Edebiyat Fakültesi ile DTCF, yani Ankara Ulus’taki Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi’nin ünlü küfeki taşından yapılma binasında eğitim görmektir. Marmara Üniversitesi ise son zamanlarda Türkiye’nin sosyal bilimlerde parlayan bir yıldızıdır.

Türkiye’deki üniversiteleri birbirinden ayıran en önemli farklardan biri eğitim kaliteleriyle birlikte kampüsleridir. Boğaziçi Üniversitesi Türkiye’nin en güzel manzaralı kampüsüne sahiptir dersek yeridir. Dersten çıkıp çimlere uzanıp boğazın keyfini çıkarabilirsiniz. (Hiç gitmedik oraya tabi, o ayrı mesele) Adı da buradan gelir zaten. Fakat diyelim ki, üniversite sınavında derece yapamadınız ve Boğaziçi’ne yerleşemediniz. Kolayı var. Bastırırsınız parayı Bahçeşehir Üniversitesi kantininden kız kulesini izleyip çay içersiniz. Benim gibi Beşiktaş iskelesinden etrafı izlerken balık tutan lümpenlerle malayani sohbetler etmek zorunda kalmazsınız. Elitizmin zirvesini güzel kız arkadaşlarınızla yaşar, sonra ferrariye binip Laila-Reina-Pacha’nın yolunu tutarsınız. Türkiye’de güzel kampüslü yerlerden birisi de Akdeniz Üniversitesi’dir. İlkbahar ve yaz aylarında öğrenciler dersten çıkıp Konyaaltı plajına yüzmeye giderler. Bu benim gibi bir İç Anadolu üniversitesinden (Kırıkkale Üniversitesi) mezunsanız bu durum size hayal gelebilir!

Gelelim son zamanlardaki hadiselere. Türkiye metropollerindeki üniversitelerde sol düşünce her zaman güçlüdür. Boğaziçi Üniversitesi’nde de bu sebeple hem öğrenciler hem de akademisyenler için sol ve (biraz da liberal) düşünce egemendir. Aynı durum İTÜ için de geçerlidir. ODTÜ’de liberal fazla bulunmaz. Genelde sol ve fraksiyonları hakimdir. Eğer muhafazakâr bir düşünce sahibi bir öğrenci veya akademisyenseniz bu üç üniversitede yalnız kalırsınız çoğunlukla. (Bunun istisnası milliyetçi düşüncenin egemen olduğu Ankara’daki Gazi Üniversitesi’dir diyebiliriz. Başka benzer örnekler de olabilir) Ancak metropollerin aksine, taşra üniversitelerinde  tersi bir durum vardır. Taşrada bazı üniversitelerde sol kelimesini bile kullanmanız tehlikelidir.  Buralarda sol görüşlü öğrenciler üvey evlat gibidir. Mesela mezun olduğum Kırıkkale Üniversitesi için sol faaliyetlerin varlığı düşünülemez bile.  Ben öğrenciyken sol görüşlü öğrenciler gizlice örgütlenip, maç, piknik, çay içme, gezme, tanışma partisi vb. bahaneleriyle bir araya geliyorlardı. 

Yüksek lisans yaparken bir bayan öğrenci arkadaşımız Eskişehir Osmangazi Üniversitesi bahar şenliklerine gelmiş sanatçıyı elindeki birayla dinlediğini söylemişti. Deyim yerinde ise şok olmuştum! Kırıkkale Üniversitesi için böyle bir şeyi hayal etmek bile mümkün değildi. Zira hem şehrin yapısı, hem üniversitenin yapısı ve öğrenci-akademisyenlerin ideolojik ağırlığı buna imkan vermiyordu. Bu kesinlik o kadar etkindi ki, türban karşıtı olarak bilinen bir rektör bile 19 Mayıs’ta spor bölümü öğrencilerinin tango gösterisini şehirden gelecek tepkilerden korkarak yasaklamış ve bu yasak hayli ses getirmişti.

 Paralı bir ünİversite olmasına rağmen Bilgi Üniversitesi’nde de sol ve benzeri görüşler hakimdir. Eskiden paralı üniversitelerin kantinlerine “burslular giremez” yazısının yazıldığı söylenirdi. Ama bu yapı çoktan değişti. Burslular paralı üniversitelerin öğrenci kontenjanının yarısını teşkil etmekte. Baktılar ki baba parasıyla gelen öğrenciler eğitim kalitesini süründürüyor, bari yetenekli ve zeki üç beş çocuk alalım da itibarı kurtaralım diye düşündüler herhalde.

Bilgi Üniversitesi merkez yerleşkesi Silahtar Ağa Kampüsü tarih bir yapıdır. Santral İstanbul adıyla bilinir. Hemen yakınında  ünlü Sadabât mesiresiyle Osmanlı arşivi bulunur. Ancak Bilgi Üniversitesi’nden buraya pek gelen giden olmadığı söylenir. (Arşivde araştırma yapmakta iken ben de  Bilgi üniversiteliye rastlamadım) Niyeyse Osmanlı arşivini pek nazar-ı itibara almazlar. Çünkü devletin resmi belgeleri onlar için bir şey ifade etmez. Zira asıl gerçekler başka yerlerdedir. Yaşanmış tanıklıklardadır, sözlü anlatılardadır. Devletin resmi görüşünün yansıdığı belgeler yanlı ve spekülatiftir, pek değerleri yoktur. 

Boğaziçi enteresan bir üniversitedir aynı zamanda Tansu Çiller’den Cem Yılmaz’a, eski Türkiye güzellerinden Neşe Erberk’ten Cem Boyner’e birçok ünlü şahsiyet çıkarmıştır. Ancak şu hatıramı da zikredeyim: Buranın elektronik mühendisliği mezunu bir arkadaşım vardı. O zamanın ÖSS yani üniversite sınavı Türkiye birincisiyle (Tarladan çıkan şampiyon Oruç Baba İnan!) aynı sınıftaydı. Mezun olduktan sonra Aselsan’da çok özel projelerde çalıştı, sonra kendi firmasını kurdu. Bir gün bana sohbetimi sevdiğini, onların okulunda rahatça okuyabileceğimi söylemişti. Şaşırmıştım! Türkiye’nin en iyi üniversitesine gelen en başarılı ve zeki öğrencilerin, rekortmenlerin arasına soktun beni!  diye cevap vermiştim. Bana gülerek bunun anlatıldığı kadar önemli olmadığını, sınıfında ve bölümünde anlayışsız, yeteneksiz ve dünyadan habersiz bir sürü kişinin olduğunu söylemişti. Sadece sınava odaklanıp, çıkan soruları çözerek, formül ezberleyip test bitirerek okula yerleşen, ancak belirli bir niteliği olmayan birçok öğrenci varmış söylediğine göre. Çoğunun tek maksadı mümkün olduğu surette eğlenmek ve okul bitince kirişi Amerika’da, Avrupa’da kırmakmış! Demek ki mesele, her zaman olduğu gibi insanın kendisinde bitmekteymiş. Bu iltifatı, sıradan bir taşra üniversitesinden (mesela Karamanoğlu Mehmet Bey Üniversitesi, sıradan değil aranan üniversite mottosu ile bu durumu açıkça ilan etti!) mezun olmanın sıkıntısını (mahcubiyet de denilebilir) bitmek tükenmek bilmez bir kürek mahkumiyeti gibi yaşayan ve yaşamaya devam edecek olan benim için çok makbule geçmişti. 

Boğaziçi enteresan bir yerdir. Sol, liberalizm, modernite ve kapitalizm iç içe geçmiştir. Ancak özde herkes iktidara muhalif görüş sahibidir. Zaten böyle olmamasına şaşılır. Yeni rektör getirerek, üç beş öğrenciyi göz altına alarak bu yapı hiçbir zaman değişmez. Baskı-direniş-zafer paradigmasıyla üniversitedeki egemen düşünce bu tür hamlelerden kendine göre güçlenerek çıkar. Yani merkezi operasyonlar ters etki yapar. Rektörün bireysel sempatisi ise hiç yetmez. Sırtlarını rektörlük binasına dönerek protesto yapan akademisyenler için bu olay biçilmez kaftandır zaten. Bir hadise çıksa da ağız tadıyla şöyle bir protesto yapsak! diye düşünenlerin çoğunlukta olduğu bir kurumda yaşananlara şaşmamak gerekir.

Yorum Yap
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yorumlar (1)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.