2018 yılının son aylarını yaşadığımız bu günlerde, Türkiye’nin Amerika ile yaşamakta olduğu siyasi gerginliklerin piyasalara yansımasıyla dolar karşısında Türk Lirası’nın değeri düştü ve cumhuriyet tarihinde örnekleri görülen benzer dönemlerden birisine daha ülkemiz ister istemez girmek zorunda kaldı. 2003 yılında Ecevit iktidarı esnasında yaşanan devalüasyonla karşılaştırıldığında, iç faktörlerden ziyade dış faktörlerin etkisiyle meydana bu gelişmelerden etkilenen yine en başta hane halkı oldu. Ürün ve hizmetlere zorunlu olarak yapılan zamlar sebebiyle alım gücü olumsuz etkilendi.
Kimilerince başlı başına bir ekonomik kriz, kimilerince ise yalnızca geçici ve dış mihrakların sebep olduğu yapay bir sarsıntı durumu olan, ancak ne denirse denilsin, ülke açısından zor zamanların yaşanmakta olduğunun açık olduğu bu tür dönemler, sadece Cumhuriyet tarihi boyunca değil, Osmanlı, hatta Selçuklular zamanında bile görülmüştü. Aslında, Avrupa ve Asya arasında bir köprü vazifesi gören ve çeşitli medeniyetlere ev sahipliği yapan Anadolu’da, şehirleşmenin ilk görüldüğü zamanlardan beri ekonomi ve ticarette parlak devirler olduğu gibi kriz dönemleri yaşanmıştı.
Günümüzde Marmara Bölgesi hariç Türkiye topraklarını teşkil eden Anadolu’da milattan önceki dönemlerde ekonomi hareketliydi. Bu hareketlilik şüphesiz Anadolu’nun coğrafi konumundan kaynaklanıyordu. Modern tarihlerde olduğu gibi antik çağlarda da kıtalar arası mal akışının gerçekleştiği bölgede, Asurlular tarafından günümüzde Kayseri’ye bağlı olan Kültepe’de Kaniş-Karum adlı bir ticaret merkezi kurulmuştu. Uzmanlara göre, 6.000 yıl öncesine dayanan tabletler bu Kültepe’nin dünyanın ilk organize ticaret merkezi olduğunu ortaya koymaktadır.
Anadolu’da ticaret kolonileri ve prensliklerin egemen olduğu bu çağda Kafkaslar üzerinden gelen Hititler krallık kurarak bölgenin en güçlü devletlerinden birisi oldular. Mısır ile Suriye’nin egemenliği için savaşan ve tarihteki ilk yazılı anlaşmanın taraflarından birisi olan Hititler, aynı zamanda güçlü bir medeniyete sahiplerdi. Fakat ilginç olan şudur ki, arkeolojik kazılar sonucu gıda maddelerinin pahalılığından bahseden Hitit tabletlerinin bulunduğu söylenmektedir.
Anadolu’nun ticari canlılığı ilerleyen dönemlerde de devam etti. Bunun sebebi daha önce belirtildiği gibi kıtaları birbirine bağlayan ticaret yollarının üzerinde bulunmasıydı. Baharat Yolu, İpek Yolu, Pers Kral Yolu gibi ünlü yollarda asırlar boyunca mal ve ürün taşındı, kervanlar kafileler gidip geldiler. Anadolu bu dönemde çeşitli devletler ve imparatorluklara ev sahipliği yaptı. Bunlardan birisi olan Doğu Roma veya Bizans İmparatorluğu bizim Anadolu adını verdiğimiz bölgeye Asia Minor (Küçük Asya) adını veriyordu.
Roma İmparatorluğu’nun ayakta kalan doğu kısmı olarak varlığına devam eden Bizans taht kavgaları, isyanlar ve diğer sorunlarla uğraşırken, Oğuz Türkleri’nin kurduğu Büyük Selçuklu Devleti Türkmen kitlelerini Asia Minor’e sevk etmeye karar verdi. Başlarında Mikailoğulları hanedanının rakibi olan Kutalmışoğulları ile yöreye gelen Türkmenler kısa sürede birçok bölgeyi ele geçirerek iskan ettiler ve beylikler olarak bilinen küçük çaplı Türk prensliklerini kurdular.
1071 yılında yaşanan Malazgirt Savaşı ile kapıların açıldığı Asia Minor’un, Miryakefalon Savaşı ile artık Türkler’e ait olacağı kesinleşti. Bir süre sonra Selçuklu Devleti’ni kuran Kutalmışoğulları beyliklere de son vererek bölgenin büyük bir kısmını merkezi idare çatısı altında birleştirdiler.
Geldikleri yeni toprağı vatan yapan Türkler, Asia Minor’e Anatolikion kelimesinin Türkçe söylenişi olan Anadolu ismini vereceklerdi. Bunlarla birlikte Batılılar, özellikle yöreyle kolonileri vasıtasıyla bağlantısı olan İtalyanlar ise Asia Minor’a Turchia adını verdiler. Böylece medeniyetler arasında asırlar boyunca el değiştiren bu köprünün siyasi adı bir daha değişmemek üzere Türkiye oldu.
Selçuklular’ın gerçekleştirdikleri en önemli gelişmelerden birisi idareleri altındaki her yere bir nevi ticari tesis olan kervansarayları yapmaları oldu. Ayrıca başta Alaeddin Keykubat olmak üzere sultanlar önemli ekonomik ve ticari merkezleri fethetme politikası uyguladılar. Bu yerler arasında Alanya ve Kefe gibi Akdeniz, Karadeniz ticaretinin önemli limanları yer alıyordu.
Bir yolcunun ücret vermeden üç gün kalabildiği kervansaraylar sayesinde ticaret gelişti. Selçuklu sultanlarının akıllı politikaları sayesinde ülke zengin ve mamur hale geldi. Kervanlar ve kafileler güven içinde yolculuk edebiliyordu. Devlet hazinesi zengindi. Konya, Kayseri ve Sivas gibi şehirler ticaret, medeniyet ve zenginlik açısından adlarını tüm İslam dünyasında duyurdular.
Ancak refah devrinin sonu beklenmedik bir şekilde geldi. Oğlu tarafından bir ziyafet esnasında zehirlenen Alaeddin Keykubat’ın ölümüyle Selçuklu’nun altın çağı sona erdi. Babasını suikastla ortadan kaldırarak tahta geçen Gıyaseddin Keyhüsrev, basiretsiz ve zayıf bir idareci olduğundan devlet yönetme becerisine sahip değildi. Selçuklu tahtındaki ani değişimi fırsat bilen Moğollar Baycu Noyan komutanlığındaki ordularını doğudan ülkeye yollayarak üzerlerine gelemeye cesaret edemeyen Selçuklu ordusunu Kösedağ’da mağlup ettiler.
Bu yenilgiden sonra Anadolu’daki en karanlık devirlerden birisi başladı. Moğollar büyük bir tahrip hareketine giriştiler. Sivas, Kayseri ve diğer büyük şehirler yıkıldı. Büyük çaplı katliamlar yapıldı ve ülke harabe haline geldi. Güvenlik ve asayişin kalmadığı Anadolu uzun süre toparlanamadı. Moğol istilası, Anadolu’nun yaşadığı en kötü dönemlerden birisi olmuştu.
İlerleyen yıllarda Moğol tahakkümü azalmakla birlikte özellikle Karamanoğulları ve Türkmenlerin Moğollarla mücadeleleri nedeniyle Türkiye’de yaşanan karışıklıklar devam etti. Bu esnada kuzeybatıdaki uçta, yani Bizans sınırında yer alan bir Türkmen aşireti beyi, tekfurlara ait kaleleri teker teker fethediyordu. Osman Bey adlı bu savaşçı ve gözüpek aşiret beyinin torunları, onun izinden giderek Selçuklu’nun mirasını devralmakta gecikmediler.