Değerli Havadis Gazetesi okurları,
Bildiğiniz üzere, CHP milletvekili Enis Berberoğlu’nun vekilliğinin düşürülüp daha sonra Anayasa Mahkemesi (AYM) tarafından bu kararın iptal edilmesi, HDP’ye kapatılma davası açılması, davayla ilgili iddianamenin Yargıtay’a iade edilmesi ve AYM’ce verilen bazı kararlar hükümet nezdinde tarafgirlik olarak algılandı. Hatta AYM’nin varlığı tartışmaya bile açıldı.
Ülkedeki en üst hukuk mercii olan AYM 1961 tarihinde tesis edilmiştir. Devletin cumhurbaşkanlığı, genelkurmay ve başbakanlık gibi zirve kuruluşları arasındadır. AYM ana hatlarıyla devlet organlarınca alınan kararların anayasaya uygun olup olmadığını denetlemek, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının yine anayasa çerçevesinde temel hak ve hukuklarını korumak gibi önemli görevler icra etmektedir. Ülkede herhangi bir mahkeme tarafından alınan bir karar, eğer muhataplarca kabul görmezse sunulabileceği en yüksek mevki AYM’dir. Yani, bir kurum, dernek, birey veya oluşum, mahkeme süreci neticesinde verilen kararı AYM’ye götürerek son temyiz hakkını kullanabilir. Ancak buradan çıkacak karar kesinlik niteliği taşır, yargı yolu AYM’den sonra kapanır. Mahkeme aynı zamanda haklarında dava açılan üst düzey devlet yöneticilerini Yüce Divan sıfatıyla yargılar ve parti kapatma davalarını karara bağlar. Parti kapatma davaları ise AYM’ye TC. Anayasası’na karşı bir suç işlendiğini düşünen veya tespit eden Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından getirilir.
AYM, yukarıda belirtildiği gibi devletin en üst düzey birkaç kuruluşundan birisidir. Zira başkanlık sistemine geçilmeden önce devlet hiyerarşisinde AYM başkanı başbakandan sonra gelmekteydi. Protokole göre 1 numaralı kırmızı plakalı makam aracı meclis başkanı, 2 numaralı plaka başbakan, 3 numaralı plaka ise AYM başkanına aitti. 4 numaralı plakalı araç Türk ordusunun en yüksek rütbeli amiri olan genelkurmay başkanına tahsis edilmişti. AYM’nin protokolde genelkurmay başkanından önce gelmesi devlet hiyerarşisinde sahip olduğu yeri göstermektedir. Başkanlık sisteminden sonra ise devlet protokolü küçük bir istisna dışında aynı kalmıştır. Sadece 2 numaralı plakanın sahibi olan başbakanın yerini cumhurbaşkanı yardımcısı almıştır. Ancak, AYM yine yerini muhafaza etmekte ve başkanı devletin en yüksek üçüncü makamında oturmaktadır.
Cumhurbaşkanına gelindiğinde ise durum farklıdır. TC.Cumhurbaşkanı protokolün üstündedir. Devletin tüzel kimliğini temsil ettiği için protokol meclis başkanı ile başlar. Sadece Cumhurbaşkanının makam aracında plaka yerine fors bulunmaktadır. Ayrıca her iki tarafından bayrak yer alan tek makam aracı cumhurbaşkanına aittir ve başka bir devlet yetkilisinin böyle bir araç kullanma hakkı yoktur. Makam aracında sadece tek tarafta Türk bayrağı kullanma hakkında sahip olan diğer devlet yetkilileri ise yine devletin tüzel kişiliğini temsil eden kaymakamlar ve valilerdir.
Peki AYM’nin bu denli önemli olmasının sebebi nedir? diye sorulursa buna verilecek cevap mahkemenin TC. Anayasasının ve özellikle Anayasanın değiştirilemeyen, değiştirilmesi teklif dahi edilemeyen ilk beş maddesini korumaktır. AYM aynı zamanda anayasanın dayandığı seküler yani laik hukuk düzenini temsil eder. Her ülkede AYM’ye benzer kurumlar var olup, yasama ve yürütme faaliyetlerini denetlerler. Mesele Avrupa Birliği’nin anayasasını ve hukuk düzenini AİHM yani Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi denetler. İran İslam Cumhuriyeti’nde ise bu görevi İslami devrimi korumakla yükümlü olan Devrim Mahkemeleri yerine getirir.
Osmanlı tarihinde hukuk sistemini iki temel esas oluşturmaktadır. Bunlardan birisi dini karakterli şerî hukuk, diğeri bölgeler ve coğrafyalara göre farklı uygulanan örfi hukuktur. İmparatorlukta temel olarak şerî kurallar geçerli olmakla birlikte çeşitli din ve etni-sitelere mensup insan topluluklarının yaşadığı yerlerde kaynağını gelenekler, adetler ve uzun süreli uygulamalardan alan örfi hukuk uygulanmaktaydı. Ancak genel olarak örfi hukuk şeriata uygun olmak zorundaydı. Bu uygunluğu belirlemek ulemanın görevi idi. Bununla birlikte başta Ömer Lütfi Barkan olmak üzere bazı tarihçiler, imparatorlukta örfi hukukun daha fazla uygulandığını ifade etmekte ancak bazı tarihçiler bu görüşe katılmamaktadır. Ancak, kesin olan bir şey varsa, gerek toplum hayatında, gerek devlet sisteminde, gerekse kurumsal yapıda İslam’a aykırı hiçbir kural, kaide ve uygulamanın yer bulamayacağının kesin olması idi.
Osmanlı imparatorluğunda şerî hukukun temsilcisi ve uygulamaların şeriata uygun olup olmadığını denetlemekle görevli kişi Şeyhülislam’dı. Şeyhülislam, sadrazamdan sonra devlet teşrifatındaki en yüksek mevkinin sahibi idi. Bilinenin aksine kadılar şeyhülislama bağlı olmayıp bir nevi devlet memuru sıfatıyla kazaskerlere bağlı idiler. Şeyhülislamlara vakıf görevlileri, imamlar, hatipler, şeyhler, vaizler ve diğer dini kurumlarda görev yapan kişiler bağlı idi. Bir kaza veya şehirde şeyhülislamı yani şerî hukuku temsil eden mevki sahipleri ise n mütfülerdi. Nitekim Şeyhülislam’ın Müfti veya Müftiy’ül-Enâm gibi unvanları vardı. Osmanlı şehirlerindeki müftüler temel olarak ahali tarafından sorulan dini sorulara cevap vermek ve herhangi bir durumda şeriate aykırılık görür ise müdahale etmekle vazifeliydiler. İmparatorluk tarihi boyunca Şeyhülislamların birkaçı hariç tamamı Türk’tü. Örneğin Osmanlı tarihinin ünlü alimlerinden birisi olan ve şeyhülislamlık yapan İbn-i Kemal Tokatlı idi.
Osmanlı’da en imtiyaz sahibi olan sınıflardan olan ulema aynı zamanda diğer imtiyazlı sınıflarda bulunmayan başka bir hakka sahipti. Bu hak dokunulmaz olmalarıydı. İlmiye sınıfı mensuplarıyla, bu sınıfın amiri ve temsilcisi olan şeyhülislamlar azledilir, sürgüne gönderilir ancak öldürülemezlerdi. İstisnalar hariç bu kurala kesinlikle uyulmuştu.
Diğer devlet görevlileri ise sürgünün yanı sıra idam cezasına çarptırılabilirlerdi. Bayram ve diğer resmi törenlerde padişah şeyhülislam karşısına gelince ayağa kalkardı. Şeyhülislam ise törenlerde padişahın elini veya eteğini öpmezdi. Sadrazamlar şeyhülislamları belirli günlerde konaklarında ziyaret etmekle mükelleflerdi.
Bir padişahın tahttan indirilmesi genellikle ulemanın onayı ile olurdu. Yeniçeriler isyan ettikleri zaman ulemanın kendilerine katılmasını isterler ve bunu çoğu zaman zorla temin ederlerdi. Eğer ulema yanlarında ise isyanları şeriate göre uygun ve haklı olurdu. Eğer ulema isyanı onaylamazsa kendileri şerî hukuk gereği Müslümanların imamı olan yani halife sıfatını taşıyan padişaha karşı isyancı sayılır, kanları helal olur, karıları boş, hatta çocukları gayrimeşru veya veled-i zina sıfatı kazanırdı.
Şeyhülislam ülkede şeriata uyulup uyulmadığı hususunda denetleyici olarak ciddi bir vazife yapardı. Mesela Yavuz’un şeyhülislamı Zenbilli Ali Cemali Efendi herkesiz son derece korktuğu ve çekindiği Yavuz’a karşı dinen aykırı gördüğü bazı hususları belirtmekten sakınmamıştı. Konumları gereği şeyhülislamlar içinde bazen nüfuzunu artırıp devlet idaresinde etkili olan şahıslar görülürdü. Bu şahıslar padişahı ve sadrazamı yönlendirebilirlerdi. Bunlar arasında şüphesiz en ünlüsü aynı zamanda bir tarihçi olan Hoca Saadettin Efendi’dir.
1839 tarihinde başlayan ve imparatorluğun yeni bir çehre kazandığı Tanzimât süreciyle birlikte şeyhülislam ve ulemanın etkisi gitgide azaldı. Hukukta bir sekülerleşme meydana geldi. Vakıflar nezarete yani bakanlığa bağlanarak ulema denetiminden çıkarıldı. Zamanla Adliye Nazırı, Maarif Nazırı ve Evkaf Nazırı ulemaya ait yetkilerin birçoğunu üstlendiler. Bu nedenle ilerleyen tarihlerde şeyhülislamın, müftülerin ve kadıların vazifeleri adeta sembolik bir hale geldi. Hatta şeyhülislam Meşrutiyetle birlikte sadrazamın denetimine girerek kabine üyesi oldu. Osmanlı hukuk sisteminde görülen sekülerleşme ise hızını artırarak günümüzde Danıştay adını taşıyan Şura-yı Devlet ve Yargıtay adını taşıyan Meclis-i Vala-i Ahkâm-ı Adliyye gibi temel hukuk kurumları oluştu. İmparatorluk tarih sahnesinden çekilene kadar hukuk alanındaki sekülerleşme devam etti. Son dönemlerde şerî hukuk daha ziyade miras, aile ve vakıflar gibi konularda uygulanıyordu.
Cumhuriyetin ilanı ile birlikte tesis edilen Diyanet İşleri Başkanlığı konum olarak şeyhülislamlıkla benzer olmakla birlikte oldukça farklıdır. Diyanetin esas görevi ülkedeki cami, mescid, Kur’an kursu gibi dini müesseselerle, burada görev yapan imam, hatip, vaiz, murakıp vb. görevlilerin tayin ve özlük haklarının takibidir. Ancak, TC. Anayasası’na göre Diyanet işleri başkanı üst düzey bir devlet memuru olup İslam hukukunu temsil etmez. Özellikle toplumu ilgilendiren konularla, Ramazan tespiti, bayram gününün belirlenmesi vb. hususlarda görüş beyan eder. Fakat bu görüşler bağlayıcı nitelikte değildir.
Örneğin Diyanet işleri başkanı bir gıdanın yenmesinin haram olduğunu beyan ederse bu ancak inananları bağlar. Buna uyup uymamak kişiye kalmıştır. Devlet tarafından söz konusu gıdanın yenmemesi için bir yaptırım icra edilmez. Fakat Osmanlı döneminde şeyhülislamın beyan ve görüşleri bağlayıcıdır. Örneğin kahve İstanbul’a ilk geldiği zaman içilmesinin haram olduğuna dair verilen şeyhülislam fetvaları nedeniyle kahve çuvalları denize atılmıştır. Ancak, devletin bazı üst düzey yetkilileri seküler hukuk karakterli anayasaya aykırı gördükleri bir hususta yaptırımda bulunabilirler veya yaptırım talep edebilirler. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcı’sı bir yasa veya kanunun, bir örgütün, kurumun veya partinin, bir şahsın söylediği sözün ve eyleminin Anayasa’ya veya anayasada belirtilen üniter, sosyal, laik hukuk devleti ilkelerine aykırı olup olmadığını beyan ederek ceza veya yaptırım talebiyle harekete geçebilir. Bu durumda son sözü TC. Anayasası adına AYM söyler.
Peki AYM kapatılırsa ne olur? Bunu tahmin etmek zor. Yetkileri benzer bir görev olarak laik hukuk sistemini, cumhuriyetin temel yapısını muhafaza etmek ve anayasayı ihlal edenlere karşı dava açmak olan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na mı devredilir veya muadil bir kurum mu kurulur? Ayrıca ilk 5 maddenin tartışmaya açılması ne gibi sonuçlar doğurur? Bu maddelerin kesinlikle kaldırılamayacağı ve kaldırılmasının teklif bile edilemeyeceği bizzat anayasa ile belirtilmişken kim nasıl tartışır ve ne gibi bir önerge sunar? Bu gibi durumların ciddi karışıklıklar ortaya çıkarma potansiyeli bulunmaktadır. İnşallah zaten zor günler yaşayan ülkemizde bu sebeplerle daha fazla sıkıntı ve problem zuhur etmez.