Ayakkabı kutusu içerisinde söylenen olaylar, Halk Bankası’ndan alınan ya da soyulan para değildir” dedi. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, İstanbul Dolmabahçe'deki ofisinde Al Jazeera’den Jamal Elshayyal'e konuştu. Erdoğan, yolsuzluk iddialarından Kürt sorununa, Gezi Parkı eylemlerinden cumhurbaşkanlığı seçimlerine pek çok konuda soruları yanıtladı. Yolsuzluk iddialarıyla ilgili sorulan bir soruya cevap veren Başbakan Erdoğan, “Aslında şu anda hükümetimiz art niyetlerle hazırlanmış bir senaryoyla karşı karşıya. Bu senaryo ne yazık ki tamamı ile hükümetimize bir darbe yönelimine ait bir senaryo ve bu senaryo tutarlı değil. Söylenenler, iftiralar... Hiçbirisinin devletin kasasından alınan ve çalınan herhangi bir şey olmadığına kesinlikle inancım var. Bizi şu ana kadar başarılı bir şekilde getiren süreç de budur. Biz yola çıkarken bir şey söyledik. 3Y ile bizim mücadelemiz olacak. Bunun bir tanesi yolsuzluktur, bir tanesi yasaklardır, bir tanesi de yoksulluktur. Biz yolsuzluk ile vermiş olduğumuz bu mücadele neticesinde Türkiye’yi milli geliri itibarı ile ekonomik alanda birden 3 kat arttırmak suretiyle bu noktaya getirdik. Bizim milli gelirimiz 230 milyar dolardı. Ama şu anda 800 milyar doları aşmış vaziyetteyiz. Yolsuzlukların olduğu bir hükümet buralara gelebilir mi? Bir diğer çok önemli konu, Türkiye’nin ihracatı 36 milyar dolardı. Şu anda 152 milyar dolara geldi. Çünkü biz ihraca yönelik bir ekonomi anlayışını sürdürdük. Türkiye borçlarını ödemede iyi bir konuma geldi. Bizim kamu net borç stokumuz milli gelire oranla yüzde 73’tü. 100 liranın 73 lirası borçtu. Şu anda ise yüzde 35’e düşmüş vaziyette. Yolsuzlukların olduğu bir iktidar bunu yapabilir mi? Mesela devletin borçlanma faizi yüzde 63’tü. Şu anda tek haneli rakama düştü. 4,6’ya kadar düşmüştü. Maalesef son gelişmeler nedeniyle 10’a kadar yükseldi. Fakat bu tekrar inanıyorum ki daha aşağı seviyelere düşecektir. Tabii 2013’ün ilk 3 çeyreğinde Türkiye’nin büyüme oranına baktığımızda yüzde 4. Bu önemli bir şey. Yıl sonu itibarı ile Türkiye’nin büyüme oranının 3,8 olarak tamamlanacağına inanıyorum. Dolayısıyla bizim iktidarımız, hükümetimiz, kesinlikle yolsuzlukların hükümeti değildir. Bu bir iftiradır. Bunun bedelini bu iftirayı atanlar ödeyeceği gibi, muhatap olanlar da yasalar içerisinde halleder. Ben yolsuzluk dendiğinde şunu anlarım; devletin kasası soyuluyor mu soyulmuyor mu? Ayakkabı kutusu içerisinde söylenen olaylar, Halk Bankası’ndan alınan ya da soyulan para değildir. Bu Halk Bankası biz iktidara gelmeden önce görev zararı kaydeden bir bankadır. Şu anda ise Balkanlar'ın, Avrupa’nın kârlı bankalarından bir tanesidir. Bunları görmemezlikten geliyorlar. BDDK (Bankacılık Düzenlememe ve Denetleme Kurumu) gelmiştir, incelenmiştir. İncelemelerin neticesinde herhangi bir sıkıntının olmadığına dair raporunu vermiştir. Biz buna mı inanacağız, yoksa iftiralara mı inanacağız? Bizim iftiralarla devlet yönetmek gibi bir derdimiz yoktur” dedi. Polislerin görevden alınması hakkında sorulan bir soruya cevap veren Başbakan Erdoğan, “Burada bir işbirliği var. Yargının bir kısmıyla ne yazık ki güvenlik güçlerinin polis teşkilatının bir kısmının işbirliği söz konusu. Bu işbirliği ile hükümete karşı bir darbe girişiminin içerisinde bulundular. Bunun adını ben paralel yapı, paralel yapılanma, paralel devlet olarak koydum. Bu konu ile ilgili olarak bu hukuk dışı yapılanmayla da bizim mücadele vermemiz gerekir. Sonunda bu ülkeyi biz yönetiyoruz. Yarın halk bunun hesabını bize soracak. Sıkıntı nerede, bunu araştırmamız lazım. Bakıyoruz ki, polisteki hazırlanan dosyalarla yargıdakiler birbirini tutmuyor. Bir diğer taraftan da gizlilik kaydı olan bu dosyalar medyaya servis ediliyor. Bunlar yapılamaz. Bunların içerisinde çok itibarlı iş adamları, siyasiler var. Çünkü suç sabit oluncaya kadar insanlar suçsuzdur. Siz kalkıp da bir insanı suçlayamazsınız. Diyelim ki bu insanlar Türkiye’nin en saygın iş adamları. Bu işadamları hakkında suç sabit olmadığına göre böyle bir açıklama yapıldığı zaman bu insanların finans kuruluşları nezdindeki itibarı ne olacak? Bu itibarı geri iade edebilir misiniz? Yarın bu insanlar bu işleri yine alıp götürecekler. Mesela ben bir örnek vereceğim: Üçüncü havalimanı 42 milyar dolara mal olacak bir havalimanı. Burada biz devlet olarak para ödemiyoruz. Yolsuzluk neresinde bunun göreceğiz. Bu havalimanı 20 yıl bunlar tarafından işletilecek. 20 sene sonra bu havalimanı, devlete teslim edilecek. 42 milyar doları bu insanlar bulacaklar. İçerideki devlete ait, özele ait bankalardan kredi alarak bunu yapacaklar. Belki yurtdışından da kredi alacaklar. Ama siz bu girişimcileri böyle bir lekelemeyle, karalamayla yıpratırsanız bu insanların kredibilitesi sarsılmaz mı? Bu bir ihanet değil mi? Bütün bu adımlar atılırken hukuk bize de hangi yetkileri verdiyse onu yapıyoruz. Atamalarda insanların sadece yerleri değiştiriliyor. Bu insanların mesleklerine son verilmiyor. Bu atamaları yaparken de hukuk bize hangi yetkiyi veriyorsa, bu yetkiler içerisinde bunu yapıyoruz. Biz devlet idare ediyoruz. Bunu başarılı bir şekilde idare etmeye mecburuz. Birileri bir yanlış yapıyorsa, bu yanlış yapanları orada tutmak zorunda değiliz. Bu suistimalin hesabını bunlar birilerine vermek durumundadır. Burada da Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) var. Yargıyla ilgili tasarrufu HSYK yapar. Oraya sevk ediliyorlar ve onlar bunun atamalarını, kararını, yer değiştirmelerini yapıyor. Ama güvenliğe gelince bizim yapma yetkimiz var. Onu da biz yapıyoruz” dedi.
“YANLIŞLARI VARSA YARGI GEREĞİNİ YAPACAKTIR”
Al Jazeera muhabirinin, “Hiçbir bakanınızın ya da hükümetin önemli insanlarının yolsuzluk suçlamasıyla ilgisi olmadığından ve masumiyetlerinden emin misiniz?” sorusunu yanıtlayan Erdoğan, “Ben güvenmediğim, inanmadığım bir insanı bakanlık makamına getirebilir miyim? Güvendiğim için onları o makama getirdim. Bu arkadaşlarımızın yanlışı çıkacak olursa, yanlışları varsa yargı gereğini yapacaktır. Bu arkadaşlarım bir iyi niyet göstermişlerdir. Bu ortaya çıktığı zaman, bu tür bir kampanya başlatıldığı zaman ‘Biz Başbakanımızı rahatlatmak için görevimizden affımızı istiyoruz’ demişlerdir. Kendi arzuları ve istekleriyle görevlerinden çekilmişlerdir. Aslında bazıları istifa diye verdiler. Görevlerinden affını istemişlerdir. O şekilde çekilmişlerdir. Şu anda da bir yargı süreci var. Bu yargı süreci içerisinde her şeyi çok açık, net görme imkanımız olacak" şeklinde konuştu.
“TÜRKİYE AB’DEN DAHA ÖZGÜR”
Gezi Parkı ve internet düzenlemesiyle ilgili eleştiriler hakkındaki soruya cevap veren Erdoğan, “Bugün Türkiye, AB (Avrupa Birliği) üyesi ülkelerin hemen hemen tamamına yakınından çok daha özgürdür. Gezi parkı olaylarını söylüyorsunuz değil mi? Almanya’nın Frankfurt’unda olan olayları niye görmüyorsunuz? Hamburg’da yeni olan olayları niye görmüyorsunuz? Oradaki polisin yaptıklarını gördünüz. İngiltere’de aynı şekilde olanları görmüyorsunuz” diye konuştu. Muhabirin, “İki yanlış bir doğru etmez derler” demesi üzerine ise Erdoğan, “Bakın ben size ‘İki yanlış bir doğru yapar’ demiyorum. Ben size örnekler veriyorum. Bunlar medyanın önüne aynı şekilde düştü mü düşmedi mi, onu söylüyorum. Bir defa Gezi Parkı’nda yapılanların hiçbir iyi niyeti yoktur. Burada 12 tane ağacın sökülmesi olayı vardır. 12 ağacın sökülmesi, bahane edilen bir süreçtir. Bunun asıl adı nedir biliyor musunuz? Sandıkta başarı elde edemeyenler, bu tür yollarla başarı elde etmenin gayretine girmişlerdir. Eğer demokrasiye inanıyorlarsa, özgürlüğü savunuyorlarsa, bunu molotof kokteylleriyle mi savunacaklar? Cam-çerçeve vatandaşın dükkanlarını yakarak yıkarak mı elde edecekler? Böyle bir özgürlük mücadelesi olabilir mi? Ben özgürlük mücadelesinin içerisinden geldim. Şiir okuduğu için hapse giren bir insanım ben. Bunu yaşamış bir insan olarak, böyle bir özgürlük mücadelesi verenlerin karşısında durmak gibi bir şey benim kitabımda yok. Benim partim şu ana kadar halkına giderek, milletin çizdiği rotada her zaman hareket etmiştir. Bizim bir defa protestolar noktasında da bir sıkıntımız yok. İsteyen istediği yerde değil, isteyen belirlenmiş olan yerlerde mitingini, basın açıklamasını yapar. Ama kalkıp da ‘Ben istediğim yerde yaparım’ derse, hayır; istediğin yerde yapamazsın. Dünyanın hiçbir gelişmiş ülkesinde böyle bir şey olamaz. Bildirirsin, bildirdikten sonra emniyet de onların güvenlik ortamını hazırlar. Mitingini orada yaparsın, yerler bellidir. Şimdi bunlar bu yollara başvurmuyorlar. Bütün demir çubuklarıyla, molotof kokteylleriyle, her şeyiyle beraber toplumun huzurunu kaçıracak şekilde bu tür eylemlerin içerisine giriyorlar. Bu tür eylemlere, kamu malına milyonlarca, milyarlarca dolar zarar verecek şekilde eylemler yapanlara karşı görevimiz bunlara karşı durmaktır. Toplumda huzur sağlamak görevimiz, yükümlülüğümüz vardır. Dünyanın hiçbir yerinde de bunun örneğini bize gösteremezsiniz. Biz huzuru sağlamakla mükellefiz, yaptığımız da budur” dedi.
“VESAYET DEMOKRASİYLE BAĞDAŞMAZ”
Al Jazeera’nın, “Pek çok kez hükümetinizi indirmek için bir komplo olduğunu söylediniz. Sizce arkasında kim var? Ne kazanmayı hedefliyorlar ve bu komplonun varlığına dair kanıtınız nedir?” soruna cevap veren Erdoğan, “Bizim partimiz neredeyse anayasa değiştirebilecek oy çokluğuna ve parlamentoda milletvekili sayısına sahipken, kapatılmayla karşı karşıya kalmıştır. Bu kapatılmanın gerekçesi neydi biliyor musunuz? Ağırlıklı olarak bir gazetenin haber küpürleriydi. Bu haber küpürlerinin içerisinde de ağırlıklı olarak, mesela örnek veriyorum; İspanya’da yaptığım bir konuşmada inancı sebebiyle başını örten kızlarımızı savunmaktı. Bu benim partimin kapatılması gerekçeleri arasında yer aldı. Böyle bir şey olabilir mi? Bu inanç özgürlüğü değil mi? İnanç özgürlüğüne müsamaha göstermeyen bir anlayış ve bu zihniyet bizim partimize kapatma davası açtı. Bizim partimizin kapatılması için laikliğe karşı diye de bir gerekçe getirdiler. Halbuki benim partimin programının içerisinde laikliğin tanımı vardır. Laikliğin tanımını da, uygulamasını da bugüne kadar dört dörtlük yapmışızdır. Nedir sizin laiklik anlayışınız derseniz, o da şudur. Bizim laiklik anlayışımız; devlet her inanca eşit mesafededir, her inancı korumakla da mükelleftir. Hangisi olursa olsun. İster Müslüman olsun, ister Hıristiyan olsun, ister ateist olsun, kim olursa olsun. Onu korumakla mükelleftir. Şu anda bizim iktidarımızın Türkiye’de yaptığı da budur. Bunu da başarıyla sürdürdüğümüze inanıyorum. Başarıyla da bu süreci devam ettiriyoruz. Burada bir şeyi görmemiz lazım. Vesayet demokrasiyle bağdaşmaz. Bunu bilmemiz lazım. Jüristokrasiye (yargıçlar iktidarı) asla ülke teslim edilmez. Eğer siz jüristokrasiye ülkeyi teslim edecek olursanız, o ülkenin vay haline. Biz yargıdan sadece adaletin bağımsız bir şekilde tecellisini, ama aynı zamanda tarafsız bir tecellisini bekleriz. Çünkü yargı tarafsız ve bağımsız olmalıdır. Yargı, ‘yürütmeye veya yasamaya üstünüm’ dememeli. Bizde kuvvetler ayrılığı esastır. Bunlar birbirleriyle müdahale etmeksizin, o ülkede yaşayan insanların huzur ve mutlululuğu için ellerinden geleni yapmalıdırlar diye inanıyoruz" dedi.
“OTONOMİYE MÜSAADE ETMEYİZ”
Al Jazeera muhabirinin, “Geçen sene barış süreciyle Kürt sorununda büyük bir adım attınız. Ama sorun tam olarak çözülemedi. Bu sorunu tamamen çözmek için öneriniz nedir? Türkiye’deki Kürtler herhangi bir otonomi biçimine sahip olabilecek mi?” sorusuna ise Erdoğan, şöyle cevap verdi: “Bizim bir defa Türkiye’de bir otonomi dağıtma diye bir derdimiz yok. Böyle bir şeye müsaade de etmeyiz. Türkiye çünkü 780 bin kilometrekaresiyle bir bütündür. Ama Türkiye’de 36 ayrı etnik unsur vardır. Bu insanlar birbirinin kardeşidir. Bu vatanın evlatlarıyız. Tek bayrak altında toplanmışız. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyız. Tek vatanız, tek devletiz. Biz insanı severken yaradılanı Yaradan’dan ötürü severiz. İnsanlar arasında bir ayrıma asla gitmeyiz. Dolayısıyla Kürt benim kardeşimdir, Türk de benim kardeşimdir. Laz da, Çerkez de, Abaza da, Gürcü de, Boşnak da, Roman da bütün bunlar benim kardeşimdir. Böyle bir iktidarı Türkiye yaşamamıştır. Bu ülkede farklı bir etnik unsura ‘kardeşim’ diyen bir başbakan gelmemiştir. Bu benimle başlamıştır. Bizim değer yargılarımızın içerisinde bu var. Ben bunu farklı bir yere çekemem. Bizi yaratan Allah, böyle yarattı. Böyle bir ayrımı asla aramızda yapamayız. Dikkat ederseniz Türkiye’de şu anda benim Kürt vatandaşlarım arasında yaptırdığımız kamuoyu araştırmalarında da şunu görüyoruz ki en yüksek oranda sevilen, oy alan parti, AK Parti. Diğerleri açık ara geriden geliyorlar. Niye? Ayrım yapmıyoruz da onun için. Mesela Türkiye’de benim Kürt kökenli vatandaşlarımın yoğun olarak yaşadığı bölge, Güneydoğu Anadolu’dur. Cumhuriyet tarihinde görülmemiş yatırımlar, bizim dönemimizde o bölgede yapılmıştır. Doğu Anadolu hakeza öyledir. Eğer şu anda Güneydoğu Anadolu, terörle arasında mesafeyi -son bir senede ciddi manada koydu- koymuş olsaydı, bugün gerek küresel, gerek yerli özel sektör yatırımları Güneydoğu’da çok daha farklı bir şekilde olacaktı. Ama bunu koyamadığı için o bölge, istediğimiz yatırımları alamadı. O bölgede devlet olarak altyapı yatırımlarını yapıyoruz. O bölgedeki yatırımlara çok ciddi teşvikler verdik. Bir numaralı teşvik, o bölgededir. Bunlara arazi tahsisinden tutunuz, vergi muafiyetine, enerji muafiyetine varıncaya kadar her türlü desteği verdik. Derdimiz şu, istiyoruz ki Güneydoğu’da sadece altyapısıyla değil, üst yatırımlarla da orada işsizliği giderme noktasında iyi adımlar atalım. Ama buna rağmen iyi adımlar atıldı. Bizim oralarda duble yollarımız, tüneller bunların hepsi yapıldı. Bütün bunların yanında havalimanları kimsenin aklına gelmezdi. Ama bugün Muş’ta, Ağrı’da, Kars’ta, Bingöl’de, Şırnak’ta havalimanı var. Hep bunlar yapıldı. Şu anda Hakkâri’de havalimanı yapılıyor. Eğer orada müteahhitler tehdit edilmemiş olsaydı, biz şu anda Hakkâri Havalimanı’nı açmış olacaktık. Bundan on sene önce bunlar konuşulamazdı. Oralarda havalimanı olacak, kimsenin aklına gelmezdi. Yolsuzlukların olduğu bir iktidar bunları yapabilir miydi ya? Biz bunları yaptık. Bu ülkede bu iktidar yolsuzlukları semtine uğratmadı, uğratmıyor. Başarılı bir şekilde inançla yolumuza devam ediyoruz. Şu anda Türkiye genelinde 50 tane havalimanımız var. Bu havalimanlarıyla en uzak noktada oturan bir vatandaşımız, hava limanına yarım saat ile 45 dakika arasında ulaşabiliyor. Böyle bir noktaya geldik.”
CUMHURBAŞKANLIĞI SEÇİMLERİ
“Türkiye’de haftalar içinde yerel seçimler olacak. Sonra da cumhurbaşkanlığı seçimleri geliyor. Seçimlerde ne kadar kendinize güveniyorsunuz. Partinizin kuralı gereği üçüncü kez milletvekili olamayacaksınız. Cumhurbaşkanlığı seçiminde yarışacak mısınız?” sorusuna cevap veren Erdoğan, “Şu anda 30 Mart Yerel Seçimleri için yaptırdığımız bütün kamuoyu araştırmaları bizi açık ara birinci parti olarak gösteriyor. Daha önce 16 büyükşehirdi, bu seçimde 30 büyükşehir seçimi yapılacak. Bütün temennim bu, 30 büyükşehirde partimizin çok güçlü bir şekilde çıkmasını sağlamak. Diğer 51 ilde aynı şekilde güçlenerek çıkmasını sağlamak. Bu 30 büyükşehir, seçmenin yüzde 75’ini teşkil ediyor. Bu yüzde 75’in içerisinde alacağımız çok ciddi bir oy oranıyla inşallah Türkiye’nin birinci ve güçlü partisi olduğumuzu yaşamak ve halkımızla paylaşmak istiyoruz. Ağustos ayında Cumhurbaşkanlığı seçimi var. Cumhurbaşkanlığı seçimiyle ilgili olarak partimizin vereceği karar bizim için baş göz üstündedir. Ama şu anda bizim hedefimiz 30 Mart seçimleri. 30 Mart seçimine endeksli olarak çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Partimizdeki kuruluşta aldığımız prensip kararı üç dönem arka arkaya milletvekili olan bir dönem ara vermek durumundadır. Ondan sonra tekrar aday olabilir. Bu şu anda bizim partimizde geçerlidir. Bu kararı değiştirebilecek merci de partimizin genel kuruludur. Başka bir merci de bunu değiştirmez. Ben kendim böyle bir teklifi asla getirmem” diye konuştu.